Mehmet Ali Yılmaz nasıl öldü derim! Ölümsüzdür bazı insanlar

Telefonumda kaydı duruyor.
20 Nisan’da, bundan 4 gün önce.
Aradım kendisini, rahatsızdı biliyordum. Durumunu öğrenmek istedim.

“Hastaneden çıktım, şimdi biraz daha iyiyim” dedi ve ekledi;
“İşe gidemiyorum artık. Ben sana haber vereceğim, eve ziyaretime gelirsin!”

Son konuşmamızmış meğer bu; nereden bileceğim.
Haber beklerken kendisinden kara haberi geldi.

Gazeteden Sami (Gürel) aradı.
“Abi” dedi; Mehmet Ali bey ölmüş!”
“Hangi Mehmet Ali bey?”
“Yılmaz abi!”

İnanamadım. Beynimden vurulmuşa döndüm.
Mehmet Ali Yılmaz öyle bir isimdi ki benim için; ölemezdi. Öyle geliyordu bana.
Cahit Sıtkı Tarancı’nın şiirindeki “Ölümsüz adamdı” o benim için.
“Çok rahatsızmış” dediklerinde mırıldanıyordum mısraları; aklıma geldiği kadarıyla:

* * *

Kapımı çalıp durma ölüm,
Açmam;
Ben ölecek adam değilim.

Alıştım bir kere gökyüzüne;
Bunca yıllık yoldaşımdır bulutlar.
Sıkılırım,
Kuşlar cıvıldamasa dallarında,
Yemişlerine doymadığım ağaçların,
Yağmur mu yağıyor,
Güneş mi var,
Farketmeliyim
Baktığım pencereden.
Deniz görünmeli çıksam balkona.
Tamamlamalı manzarayı
Karlı dağlarla sürülmüş tarlalar.
Ekmekten olamam doğrusu,
Nimet bildiğim;
Sudan geçemem,
Tuzludur teneffüs ettiğim hava.
Ya nasıl dururum olduğum yerde,
Öyle upuzun yatmış,
İki elim yanıma getirilmiş,
Hareketsiz,
Sükûta râmolmuş;
Sanki devrilmiş bir heykel?

Ellerim ne der sonra bana?
Soğumuş kalbime ne cevap veririm?
Utanmaz mıyım ayaklarımdan?

Kapımı çalıp durma ölüm,
Açmam;
Ben ölecek adam değilim.

* * *

Gözlerimi kapadım sonra, maziye gittim.
1980’li yılların başı. Güneş Gazetesi’nde patronumuzdu. O dönemin en önemli iş adamlarından biriydi. Öyle çarpan çırpan değil ha. Adam gibi adamdı. 10 yıl üst üste vergi rekortmeni oldu mesela. Binlerce onbinlerce kişiye ekmek veren bir iş adamı.
Bir kere her öğlen gazetenin yemekhanesinde en baştaki masaya otururdu öğle vakti. Önünde tepsi. “Ben de sizlerle birlikteyim” mesajını verir, beklerdi. “Acaba çalışanlarımdan birinin bir derdi şikayeti var mı, beni görünce söyler” diye.
Yurt dışına ameliyata gönderdiği çalışanlarını bilirim.
Evlenen gençlerin evinin eşyalarını üstlendiğini bilirim.
Başı sıkışanın derdine derman olduğunu bilirim.
Çok ama çok farklı patrondu. En küçüğünden en büyüğüne hepimize isimlerimizle hitap ettiğini bilirim.
Bana “Evlat” derdi yalnız. Şu anda bile hala kulaklarımda sesi; çağırdığını duyar gibiyim.

* * *

Aradan yıllar geçti.
Sık sık aradım. Sefaköy’e ziyaretlerine gittim. Her defasında “Evlat” diye karşılar, “Evlat” diye sarılarak uğurlardı.
Hani “Vefa nedir” diye soranlar var ya son zamanlarda vefasızlıktan yakınıp da… Vefa oydu işte, vefanın adı Mehmet Ali Yılmaz’dı.
İsterseniz bir de örnek anlatayım.
Ölümsüz adam Süleyman Seba’yla ilgili bir kitap yazdık Faik Gürses’le birlikte. Kitapda Mehmet Ali Yılmaz’ın Süleyman abiyle ilgili anlattıklarına da yer verdik. Bu olay yaşandığı zaman biliyordum. Yıllar sonra Mehmet Ali Yılmaz’dan dinledik. Aynen aktarıyorum:

* * *

“Beşiktaş kongresini (Süleyman Seba) kazanınca rahmetli Mehmet Üstünkaya çok bozuldu. Başkanlığı kaybetmeyi beklemiyordu. Sonra ne yapmış; gitmiş kulübün bütün gelirlerine temlik koydurtmuş.

Düşünsenize, yeni başkan oluyorsun, hiç gelir yok. Hepsi temlikli. Süleyman bey zaten devlet memuru işadamı değil. Kaynak bulması çok zor.

1984 yılında kongreden hemen sonra o yıllarda sahibi olduğum Güneş Gazetesi’ne geldiler Erdoğan Tuncer’le birlikte…

Kendisini kutladım;

– Hayırlı olsun başkan, dedim.

– Sorma, dedi; pek hayırlı olmadı galiba!

– Ne oldu ki?

– Kulübün bütün gelirlerine temlik koyuldu.

– Ne kadar borç var?

– !!!

– Ne kadarsa ne kadar! Merak etme, hallederiz.

Bu konuşma geçti aramızda. Hallettim de… Bütün temlikleri kaldırttım. Nefes aldı, normal işine devam etti.

Süleyman bey benim için başka bir kulübün, rakibin başkanı değildi, o benim için çok önemli, çok değerli bir dosttu. Dostumun yanında olmayacaktım da kimin yanında olacaktım?

Süleyman beyle ondan sonra çok alışverişimiz oldu. Birbirimizi hiç kırmadık. O yıllarda kulüplerin bugünkü gibi gelirleri yoktu.

Böyle maç yayınlarından bilmem kaç milyon euro, tribünden şu kadar euro gelmiyordu. Ya sen başkan olarak çoğu şeyi kendin karşılıyordun, ya da bir yerlerden kaynak buluyordun.

Elbette ki Süleyman bey acil olduğu zaman kaynak bulmakta zorlanıyordu. Ne zaman beni arasa hep yanında oldum. Sözüne çok güvenilen bir insandı o. Şu tarihte şu olacak dediği zaman o tarihte o mutlaka olurdu.

Bakanlığım döneminde Ankara’ya geldi, ziyaretime. İsteyeceğini söylemezdi kolay kolay. Yeşilköy’de bir tesis işi vardı, Fulya’yla ilgili istekleri oldu. Hepsini hallettik elbette ki.

Düşünsenize Beşiktaş Kulübü’ne Süleyman beyden önce kimse çivi çakmamış. O kısıtlı imkanlarla büyük işler başardı.

Yıllar ne çabuk geçiyor. Yıl 1999’du sanırım. Gaziantepspor’dan İbrahim’i (Üzülmez) alacaktım Trabzonspor’a. Neredeyse anlaşmıştım da kulübüyle.

Sonra öğrendim ki Süleyman bey benden önce istemiş. Hatta çocukla da anlaşmış gibi… Telefonla da aradı beni. Bıraktım tabii ki hemen.

Bir de… Bir gün Recep (Çetin) vardı. Süleyman bey bir gün evime gelmişti ziyarete. Dedim ki; “Recep’i bana ver.” Düşünmedi bile, “Hayırlı olsun” dedi.

Para pul konuşmadık bile. Çünkü değerini vereceğimi bilirdi. O bana güvenirdi, ben de ona. Öyle entrika, arkadan dolanma… Yoktu öyle işlerimiz.”
Vefa budur işte, dostluk da.

* * *

Ah Süleyman abi ahh…
Bulutların üzerinden bir yerlerden görüyorsundur mutlaka olup bitenleri.
Mehmet Ali Yılmaz’ı da duymuşsundur; eminim bundan.
Karşılamaya hazırlanıyorsundur.
Yine birlikte olup sarılacaksınız ya birbirinize.
Seviniyorsundur, “En büyük dostlarımdan biri daha yanımda” diye.
Ben ise…
Bu dünyadan çok sevdiğim bir büyüğüm, büyük adam, vefalı insan, unutamayacağım patronum da gitti işte.
Bir eksildi yine dünya.
Ama bu öyle eksik ki… Yeri dolabilir mi?
Ancak çok daha rahatım artık. Korkum yok ölümden.
Biliyorum ki ben de bir gün eriştiğimde sonsuzluğa karşılayacak biri daha olacak orada; “Hoşgeldin evlat” diye sarılarak hem de.

* * *

Evet… Mehmet Ali Yılmaz öldü diye alt yazı geçti televizyonlar.
Ama inanmıyorum, ölümsüzdür bazı insanlar. O da onlardan biridir işte.
Yine Cahit Sıtkı’nın dediği gibi;

* * *

Kabrime çiçek getirenlere gülerim;
Gafil kişilermiş şu insanlar vesselâm;
Bilmezler ki, bu kabirle yoktur alâkam;
Ben o çiçeklerdeyim, ben o çiçeklerim.

* * *

Güle güle büyük başkan.

Güle güle büyük bakan.

Güle güle büyük patron.

Güle güle büyük adam.

Bir gün tekrar buluşmak dileği ile.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir