Atatürk’ün gizli konuşması ortaya çıktı. Büyük önderimizin günümüze ışık tutan nutkunu ilk kez okuyacaksınız

Efendim mufassal maruzatım meyanında mesaimize saha olan mıntıkanın hududunu işaret etmiştim. O hudut, hududu millimizdir. Bidayetten şimdiye kadar harice ve dahile karşı gösterdiğimiz cephe de yalnız bu hudut dahilinde çalışmak olduğumuzu ifade etmiş idim. Hakikatte bütün gayemiz bu hududu milli dâhilindeki milletimizin istirahatini, refahını ve bu hududu millî ile muayyen vatanımızın tamamiyetini masun bulundurmaktan ibarettir. Turanizm politikasını kendi arzumuzla takip etmek istemedik. Çünkü maddî manevî bütün kuvvet ve kudretimizi muayyen olan vatanımız dâhilinde tecelli ettirmek arzu ettik. Hududun haricinde dağınık bir surette zâafa duçar etmekten içtinap ettik. Ecnebilerin en çok korktukları fevkalade mutevahhiş ettiği İslamiyet siyasetinin dahi alenen ifadesinden mümkün olduğu kadar mücanebete kendimizi mecbur gördük. Fakat kuvayi maddiye ve maneviye karşısında bütün cihan ve Hristiyan siyasetinin en şedit hırslarla ehlisalip muharebesi yapmasına karşı hudut haricinde bize zahir olacak bir noktai istinat teşkil edecek kuvvetleri düşünmek mecburiyeti de pek tabiİ idi. İşte haricen ifade etmemekle beraber hakikatte bu noktai istinadı aramaktan geri durmadık. Bittabi selâmet ve necat için yegâne müracaat ettiğimiz memba âlemi İslamiyet olmuştu. Âlemi İslamiyet birçok noktai nazarlardan milletimizle, devletimizin istiklâlde yakından ve fevkalâde bir surette alâkadar ve merbutiyeti diniyesi olmakla ve bu cihetle bütün âlemi islâmın manen bize muavin ve müzahir olduğunu zaten kabul ediyoruz. Düşmanların maddî kuvvetleri karşısında biz de bu manevî kuvvetlerin maddî tecelliyatına gelmek zaruretinde idik. Binaenaleyh evvelâ hududumuzla temasta bulunan mıntıkadaki dindaşlarımızla temasa gelmek lâzım geldi. Ondan sonra şarkta Kafkasya mileli İslAmiyesi ve garpte Garbî Trakya; bunların hepsiyle muhtelif surette münasebata girişmiş bulunuyoruz. Suriye halkı ve Irak halkı yani Arabistan, 1914 tarihinden evvel ayni hudut dâhilinde bulunduğumuz zamanlarda cümlemizce malûmdur; Devleti Osmaniyenin bir uzvu, bir rüknü olmaktan fevkalâde müşteki ve müstakil olmak gayesini takip ediyorlardı. Buna karşı çalıştılar, fakat neticeyi istihsal edebilmek için kendi kuvvetlerine istinadın gayri kâfi olduğunu gördüler ve maatteessüf hepimizi birden imhaya tevessül eden düşmanlarla teşriki mesai ettiler. İngilizler, Fransızlar kendilerinin hayali olan gayelerini mevkii fiile çıkaracak diye onların eteklerine sarıldılar. Lâkin harbi umuminin neticesini gördükten sonra Suriye’de İngilizler, Fransızların tarzı idaresine, muhakkirane olan idaresine hedef olduktan sonra bu aksamdaki ehli islâm pek büyük bir hataya duçar olduklarını takdir ettiler ve onu müteakip bir kısmı kendi dâhillerinde müstakil olmak fakat yine bir suretle bir şekilde Camiai Osmaniye dâhilinde bulunmak cihetini düşündüler. Bittabi makamı muallâyi hilâfete karşı olan merbutiyetleri cümlemiz gibi bütün ehli iman için bir vazifei mukaddese idi. Diğer bir kısmı daha ileriye gittiler. Bize hiçbir şekil ve suret te istiklâlin lüzumu yoktur, biz halifemize ve padişahımıza merbut olarak Camiai Osmaniye dâhilinde bulunacağız, dediler. Suriye’de böyle muhtelif cereyanlar mevcut idi. Biz bittabi bir salâhiyeti resmiye ve aleniyeye malik bulunmadığımız için, efradı milletten bir heyeti milliye olduğumuz için bu cereyanın müvellidi hakikisi olan yine milletler vasıtasıyla temas etmiş oluruz. Fakat bizim Suriye’de gayei islâmiye ile revabıt ve münasebatımız taazzuv etmeğe başladıkça orada bir saltanat tesisiyle iştigal eden Emir Faysal’ın ve Emir Faysal’ı himaye eden Fransızların nazarı dikkatini celbetti ve binnetice Emir Faysal dahi hususî murahhaslarını bizimle temasa getirdi. Resmî temasla bu müracaatın bizce telâkki edilen nikati izah etmek isterim. Her halde Suriyeliler herhangi bir devleti ecnebiye ile münasebetini kendileri için binnetice esaret olacağına kani oldular. Bundan dolayı bize teveccüh ettiler. Bizim bilmukabele gösterdiğimiz şekil şundan ibaret idi. Dedik ki, artık hududu millimiz dâhilinde bulunan menabii insaniyeyi ve menafii umumiyeyi hududumuzun haricinde israf etmek istemeyiz. Fakat ittihat, kuvvet teşkil edeceğinden bütün âlemi islâmın manen olduğu gibi maddeten de müttefik ve müttehit olmasını şüphe yok ki büyük memnuniyetle karşılarız ve bunun içindir ki bizim kendi hududumuz dâhilinde müstakil olduğumuz gibi, Suriyeliler de hududu dâhilinde ve hâkimiyeti milliye esasına müstenit olmak üzere serbest ve müstakil olabilirler. Bizimle itilâf veya ittifakın fevkinde bir şekil, ki federati fedaratik yahut konfederati konferatik denilen şekillerden birisiyle irtibat peyda edebiliriz. Ahali bunu, arzuları fevkinde millet olarak lehlerine telakki etmiş olacaklar ki Emir Faysal milletin bu arzusu karşısında kendi emellerinin sarsılmakta olduğuna vakıf oldu ve müracaatları bunun üzerine oldu. Ahalinin bu arzusu fiile de inkilâp etti. Suriye dâhilinde bazı efal ve harekât bittabi mesmuunuz olmuştur. İşte bu fiiliyat başladıktan sonra Emir Faysal suhuletle tesisi hâkimiyet edemeyeceğini ve Fransızlar da bir müstakil devlet halinde orasını kolaylıkla kullanamayacaklarını zannettiler ki ağlebi ihtimal müştereken ahaliye demek istediler ki biz de sizin fikrinizdeyiz. Ancak bizim yaşamak için paramız yok ve haricin tazyikatına mukavemet edecek vesaitimiz yoktur. Türkiye bunu temin ederse biz Fransızları memleketlerimizden koğabiliriz. Bunu biz samimî telâkki etmedik. Onun için vuku bulan siyasî müracaatta biz de siyasî cevap vermiş bulunduk. Ancak hakikî irtibat hükûmet şeklinde değil fakat Suriye Milleti ile Suriyelilerle olmuş oldu ve oradaki bu harekethakikaten bize manevi kuvvetle beraber maddî kuvvet zammetmiştir. Hududu millimizin cenup cephesindeki harekâtı nazarı dikkatten geçirecek olursak bu fiiliyatın semeratı maddiyesini görebiliriz.

“BİZ, HER ŞEYDEN EVVEL İSTİKLÂLİMİZİN TEMİNİNE ÇALIŞIYORUZ”

Irak’ta İngilizlerin muamelâtı ahaliyi islâmiyeyi fevkalAde dilgir etmiş oldu. Biz kendilerine temas aramadan evvel onlar bizimle temas aradı ve alelıtlak eskisi gibi bir Osmanlı memleketinin cüzü olmağı kabul ettiler. Fakat biz onlara karşı Suriyelilere söylediğimiz noktai nazarı söylemekten başka bir şey yapmadık… Ettiğimiz kendi dahilinizde, kendi kuvanızla, kendi mevcudiyetinizle, müstakil bir devlet olunuz. Biz, her şeyden evvel istiklâlimizin teminine çalışıyoruz. Ondan sonra birleşmemiz için hiçbir mani kalmaz ve Musul havalisinde Bağdat’ta ve sair birçok yerlerde… Vaka olarak birçok hadisat zuhur edecekti ve bu gün dahi, eşkâli zahiriyesi ne olursa olsun, bizim imhamıza çalışan düşmanlar, Suriye ve Irak’taki vakayi muvacehesinde milli faaliyetlerle bize tevcih ettikleri kuvvetleri tenkise mecbur olmuşlardı ve bu gün dahi eşkAli zahiriyesi ne olursa olsun gerek Iraklıların ve gerek Suriyelilerin bu iki mıntıkadaki dindaşlarımızın kalpleri bizimle beraberdir. Eğer bundan sonra esbabına tevessül edilirse bunlardan azamî istifade etmek mümkündür.

“KAFKASYA MEMLEKETİMİZDEN UZAK DEĞİL, VATANIMIZ OLAN BİR PARÇASI GİBİ TELÂKKİ OLUNABİLİR”

Malûmunuz Kafkasya. Şimalî Kafkasya, Çerkezistan, Gürcistan ve Ermenistan parçalarından mürekkeptir. Çerkezler bidayetten beri fevkalâde hassas bulundular, her halde minelkadim kendi vatanları olan Şimalî Kafkasya’da müstakil yaşamak arzusunu, zevkini duymuşlar ve bunun için çalışmakta bulunmuşlardır. Rusya ahvali malûmesi Şimalî Kafkasya’daki bu amalin bir an evvel mevkii tecelliye geçmesi için Çerkezleri teşvik etmişlerdir. O civarda icrayı harekât eden Denikin kuvvetlerinin âdeta bütün Şimalî Kafkasya ve Dağıstan’ı filen işgal etmesi ve birçok tazyikat yapması ve mıntıkada milliyetperverane çalışan heyetleri dağıtması ve birçok tecavüzleri karşısında, bütün bunlara rağmen, yine Çerkezler maksatlarına çalışmışlardır. Ve bizimle dahi samimî münasebatta bulunmuşlardır. O derecede ki kendi hayatlarını, kendi mevcudiyetlerini Türkiye’nin halâsı, mevcudiyet ve istiklâlde yakından alâkadar görmüşler ve buraya raptı kalp etmişlerdir. Oradaki dindaşlarımıza tavsiyemiz dahi yine kendi dâhillerinde kendi kuvvetlerde mevcudiyetlerini izhar ve ispat etmek ve badehu manatıkı İslâmiye yapabilecekleri surette birleşmek noktası olmuştur. Ve diyebiliriz ki Kafkasya faaliyet ve amali milliyenin tecellisi ve memleket ve milletimizin istiklâli halâsı noktai nazarından memleketimizden uzak değil, tamamen aksamı asliyei vataniyemizin vatanımız olan bir parçası gibi telâkki olunabilir. Bütün bu mıntıkadaki cereyandan resen malûmatlar bulunuyoruz.

“AZERBAYCAN İSTİKLÂLİYETİNİ TASDİK ETTİRMİŞ BİR VAZİYETTEDİR”

Azerbaycan cümlenizce malûm olduğu gibi istiklâliyetini tasdik ettirmiş bir vaziyettedir. Onların dahi bize karşı samimiyetleri vardır. Fakat kendisi zaten istihsali istiklâliyet etmiş bulunduğu için bizimle olan münasebatı bittabi resmî bir şekilde değildir. Fakat bizim maksadımız için bütün manasiyle çalışabilecek anasır ile malidir.

“ERMENİLER, AHALİYİ İSLÂMİYEYİ İMHA ETMEKLE MEŞGULDÜR”

Ermenilere gelince, Ermeniler bütün dünyanın fevkalâde mazharı sahabeti olmuş bir vaziyette bulunuyorlar. Amali siyasiyelerinin tecellisi için nasıl çalıştıkları malûmdur. Fakat bu günkü vaziyetler bizimle temaslarına dair arz edebileceğim noktalar şunlardır: Ermeniler, Erivan Ermeni Hükûmeti mıntıkası dâhilinde ahaliyi islâmiyeyi imha etmekle meşguldür. Biz İngilizleri, Amerikalıları aleyhimizde tahrik etmemek ve her nasılsa harbi umumide yapılmış olan vak’anın tekerrür ve tevalisine dair hiçbir zan ve şüphe vermemek için bu mıntıkai malûme dâhilinde bulunan ahaliyi islâmiyenin hududumuzu geçmek suretiyle alenen muavenetlerine dahi şitap etmekte tereddüt ettik. Fakat oradaki ahaliyi islâmiye her taraftan hamisiz kalınca bittabi kendi hayat ve namuslarını yine kendiliklerinden muhafaza ve müdafaada tereddüt etmediler. Bu cihetle bidayetten bugüne kadar Erivan Ermeni Hükûmeti mıntıkası dâhilinde muharebe ve müsademe devam edegelmektedir ve bütün müsademat neticesinde de bittabi dindaşlarımız fevkalâde mutazarrır olmakla beraber namus ve haysiyetlerini de muhafaza etmekten geri durmuyorlar.

“BATUM, KARS, ARDAHAN.. BİZ BURASINI ECZAYI MEMALİKİMİZDEN ADDEDİYORUZ”

Gürcistan Hükûmeti bize karşı samimî bir vaziyet göstermiştir. Bilhassa Azerbaycanlılar hayırlı mesailde ittifak etmiştir. Bittabi Ermeniler bu ittifaktan hariç… Azerbaycanlılarla Ermeniler arasında müsademat olduğu vakit Gürcüler Azerbaycan tarafını iltizam etmiştir ve bugün dahi ayni vaziyette bulunmaktadır. Bizim eski hududumuzla Gürcistan’ın alâkası malûm olduğu üzere elviyei selâsedir; Batum, Kars, Ardahan… Biz burasını eczayı memalikimizden addediyoruz ve oradaki ahaliyi islâmiye dahi bu telâkkide bulunmaktadırlar. Fakat resmen bunu şimdiye kadar ifade etmiş değiliz. Ahali tamamen ayni fikre iştirak ettiği için bizimle daimi irtibat halindedir. Hatta bu mecliste bulunmak üzere dahi mebuslarını yola çıkarmışlardır.

“HERHANGİ BİR DEVLET İLE MÜNASEBATI İHTİLÂFATA GİRMEK BİZİ NEDAMETE MECBUR EDEBİLİR”

Kafkasya üzerinde bulunduğumuz için Kafkasya’dan, Rusya’dan bahsedebiliriz. Malûmu aliniz Bolşeviklerin kendilerine mahsus birtakım esasları, noktai nazarları vardır. Ben şahsen bütün vuzuhuyla ve teferruatıyla bunlara vakıf değilim ve yakın zamanlara kadar Bolşevikler nereye temas ederse, nereye gelirse daima kendi noktai nazarlarını kabul ettirmek azminde idiler. Her ne olursa olsun bu noktai nazarlar, bizim milletimizin de kendine mahsus birtakım noktai nazarları vardır. Bu noktai nazarların siyasî esasatı ihtimalki maruzatımda zikrettiğim ve cümlemizce malûm olan noktaları göstermedim. Milletimizin âdâtı, muktaziyatı diniyesi ve memleketimizin icabatı vardır ki, biz her ne yaparsak kendimizi, kendi adetimizi, muktaziyatı diniyemizi nazarı dikkatte tutmak, ona göre kendimize mahsus esaslar vazetmek mecburiyetindeyiz. İşte bu itibarla alelit-lâk bizimle bolşeviklik arasındaki münasebat şayanı tetkik ve teemmül olur. Bir zamanlar oldu ki, Bolşevikler noktai nazarlarım daha umumileştirdiler. Hiçbir kimsenin hiçbir milletin âdat ve ahlakı hususiyelerine ve milliyet esaslarına muarız değiliz. Yalnız istibdada karşı, emperyalistlere karşı düşmanız. Biz Avrupalıların Bolşevizm’den korktuklarını ve bizim Bolşeviklerle tevhidi efkâr ve harekât edeceğimizden daima kuşkulanmakta olduklarını nazarı dikkate alıyor ve daima düşünüyorduk ki, böyle bir şeye mecbur olmaksızın amali milliyemiz dâhilinde muayyen bir hudutta bizim şeraiti hayatiyemiz, şeraiti istiklâlimiz temin olunursa… Böyle azim bir maksat için, böyle uzak bir daiye için herhangi bir devleti ecnebiye ile münasebatı ihtilâfata anide girmek belki bizi nedamete mecbur edebilir ve zaten hepimizde de, kendimizde de böyle bir salâhiyet mevcut değil. Filhakika bu hududu millimiz dâhilinde arzettiğim şeraitle muhafazai mevcudiyet edebildiğimiz takdirde başka bir şey istemek bendenizce doğru değildir. Yalnız her ihtimale karşı muhafazai hayat ve mevcudiyet için hariçten kuvvet, bir menbaı kuvvet aramak lâzım gelirse, yine daima kendi noktai nazarlarımız baki kalmak şartıyla her menbadan istifade etmeği de caiz gördük. İşte sırf bu nokta daima Bolşeviklerin ahvalini, harekâtını ve kendilerinden icabında ne dereceye kadar muavenet görebileceğimizi anlamağa teşebbüs ettim. Bu teşebbüsat neticesinde şüphe yok bazı temaslar hasıl olmuştur. Fakat bu temaslarımız şimdiye kadar yani Bolşevikler bizimle demin izah ettiğim… manen ve maddeten beraber olan Dağıstan’a kadar temas ettiği halde hiçbir kafi mevat üzerine müstenit bir şey yapılmamıştır. Fakat böyle bir şey yapmak imkanı mevcuttur. Eğer lüzum ve ihtiyacı aliyyeniz mübrem görülürse Heyeti Âliyeniz, Meclisi Âliniz bu hususta daha esaslı tedabire tevessül eder.

Âlemi hristiyaniyetin mevcudiyetimize hâtime çekmek istediklerini bilmekle beraber onlara karşı da daima cihangirane bir vaziyet almak istemedim. Belki azamî derecede onların da bize menfaat temin edebilmesine çalıştık ve bu itibarla Fransızlarla, İngilizlerle, İtalyanlarla mükerreren temaslarda ve münasebetlerde bulunduk. İngilizlerle vuku bulan ilk temasımızda İngilizler milletimizin kendileri aleyhinde olduğunu ifade ettiler ve bu aleyhtarlığın izalesine çalışmamızı tavsiye ettiler. Buna mukabil verdiğimiz cevap milletimiz İngilizlere karşı aleyhtar değildi. Bilâkis milletimiz İngiliz kavmini dünyanın en büyük bir milleti, en âdil, en medenî, en insanî bir milleti telâkki eder ve ona hürmet ederdi. Fakat mütarekeyi müteakip İngiliz kuvvetleri payitahtımıza girdiler. Yakından milletimizle temas ettikten sonra gösterdikleri tavr u hareket ve bilhassa Aydın vilâyetimizin İngilizlerin nezaretiyle, himayesi tahtında Yunanlılara işgal ettirdiğini milletimiz anladıktan sonra İngilizler hakkındaki noktai nazarını tebdil etti. Dedik ki; milletimiz, filhakika bu gün milletimizin bu zan ve telakkisinin (Yanlış olduğu kanaatinde iseniz, bu en son kabul ettiği mahiyetiniz değilse bunu tashih etmek için bir hareket gösteriniz. Yine millet size müteveccih olur. O zaman denildi ki “Size mevcudiyet verebiliriz. Yalnız İstanbul’un vaziyeti çok tuhaf tesadüf etmiştir. Boğazlardan sarfınazar edemez misiniz? Adalar denizi sahilinde, Yunanlılara bazı imtiyazat ve Fransızlara bazı imtiyazat vermek sizi sarsmaz zannederiz ve diğer taraflarda bazı kontroller yapılırsa bundan size bir zarar gelir mi?”

“BU SÖZLERİ BANA SARFEDEN REVLENSON NAMINDA BİR KAYMAKAMDIR”

Efendiler; bu sözleri bana sarfeden Erzurum’da ve bütün Kafkasya’da mümessil olan ve Londra’da haizi salâhiyet olan Revlenson namında bir kaymakamdır ve kendisiyle münasebatımız teakup etmiştir. Hem dost olmak istiyor, hem de bu dostluktan istihsâli menafii yolunu takipten geri kalmak istemiyorlardı. Bittabi biz kendisine bu tasavvuratın gayri kabili icra, milletimizce gayri kabili kabul olduğunu söyledik. Revlenson’a Payitahtımızda bulunan İngilizlerin memleketimizi ve milletimizi iyi tanımamış olduklarından dolayı Ferit Paşa Hükûmetinin kendilerini yanlış tanıtmak suretiyle iğfal suretiyle yanlış raporlar yazıldığını ve yanlış raporlara müsteniden yanlış kararlar verildiğini ve bütün bunları tashih edeceği emniyesile kendisiyle teması kabul ettiğimizi ifade ettim. Revlenson ve Londra’ya gittikten sonra bunları değiştireceğiz diye söyledi ve filhakika İstanbul’da o tarihte bulunan İstanbul’da bulunan memurini siyasiye, İngiliz memurini siyasiye ve sairesi yerlerine başkaları gelmiştir ve onu müteakip İstanbul’a avdet eder etmez bizimle temas etmek istedi. Pek mevsuk malûmata istinaden arzederim ki İstanbul’a gelir, gelmez hainler tarafından ihata edildi. Bizimle temas arzusu bu suretle duçar akamet oldu. Ve bir müddet sonra tekrar Trabzon’a, Erzurum’a geldi. Bu temasta bizim noktai nazarımızı, malûm olan esasatın dâhilindeki noktai nazarımızı tekrar ettik. Bizim dermeyan ettiğimiz noktai nazar malûm olan yani devletin istiklâli ve vatanımızın muayyen olan hudut dâhilinde temini tamamiyeti idi… Revlenson ve bunun kat’î olduğunu anladıktan sonra iki mükâleme ile geçirdi. Yani görülüyor ki İngilizler bize karşı dostluk teminini talep ettikleri zaman bu dostluğu yalnız kendi menfaatleri ve ihtiraslarını temin için talep etmektedirler. Yoksa bizim menfaatimize ait hiçbir teşebbüsleri olmamıştır.

“SURİYE’Yİ MÜSTEMLEKE YAPMAK İSTİYORLARDI”

Diğer taraftan Fransızlarla da münasebat olmuştur. Bilhassa Suriye’de fevkalâde mümessil bulunan Picot namında bir zat Sivas’a kadar geldi ve kendisinin Paris’te sulh konferansıyla temas etmek üzere hareket ettiği bir sıralarda idi ki bu zatla görüştüğümüz esas noktalar, hatırımda kaldığına göre, şunlar idi: Bir defa kendisi Fransa Hükûmetinin bize karşı yapmakta olduğu muamelâtı doğru bulmuyordu, Fransa menafii hakikiyesine mugayir buluyordu. Ve açık söylediği şey Suriye’yi müstemleke yapmak istiyorlardı ve fakat Kilikya da dâhil olmak üzere ve bizim mevcudiyetimiz umumi olan mevcudiyetimizin tahlisi için Kilikya meselesi için anlaşmaktan, bu imkân derecesini de şu tarzda tesbit etti. En nihayet Kilikya’yı tahliye edeceğiz, yalnız orada bize iktisadî menafi temin ve bunun temadisini emniyet bahşolacak bir vaziyet kabul ediniz. Biz kendisiyle görüştüğümüz zaman bizim için bir Kilikya bir de Türkiye meselesi gibi iki mesele yoktur, Bir mesele vardır. O da Türkiye meselesidir. Binaenaleyh bizim halline çalıştığımız mesele budur. Bütün vatanımızın tamamiyeti ve bu vatanda yaşayan milletimizin istiklâlidir. Bu noktai nazardan anlaşmak lâzım gelir. Fransızlar için yalnız Kilikya meselesi vardır. Bunun halli esnasında sizin için birinci olan meselede bazı hususatı görüşebiliriz ve binnetice Kilikya dahi arzettiğim şekilde kalmış ve heyeti umumiye de her suretle bize muavenet vadetmiş idi. Yalnız bütün bu mevaidini tatbik ettirebilmek için ancak Paris’e muvasalâtında çalışmağa mecbur olduğunu ve sulh akdedinceye kadar Kilikya dâhilinde hiçbir hareketi milliyeye olmamasını rica etti. Biz de netice itibariyle dedik ki, şimdi Fransız tahtı işgalinde bulunan menatıka bizim tarafımızdan kuvvet sevkiyle hiçbir harekette bulunmayacağız. Ancak sizin tahtı işgalinizde bulunan ve asayişinden, emniyetinden sizin mes’ul olduğunuz manatık vardır ki Kilikya, Maraş, Urfa hepsi dâhil ve Fransızlar tarafından teslih edilen Ermenilerin ahaliyi İslâmiye’ye tecavüz etmesi, onları katletmesi neticesi olarak vuku bulacak mukabelelerden, mukavemetlerden de hiçbir mes’uliyet kabul etmeyiz. Ve bu gibi vakayiin önüne geçebilmek için siz derhal tedabiri lâzimeye tevessül ediniz. O zaman malûmu âliniz valimizi kovmuşlardı. Siz valimizi iade edeceksiniz, sair Devleti Osmaniye memurini yerinde ipka ve ahaliyi islâmiyeye tasallut eden Ermenileri oradan uzaklaştıracak ve bilhassa bundan sonra teşvik ve teslih etmeyeceksiniz. Bunlara kat’î olarak söz verdi ve hatta Sivas’ta icap edenlere tebligatta bulundu. Filhakika valimiz oraya gitti. Vaziyet hüsnü hale girer gibi oldu. Pico adlı diplomat bir Fransız diplomatı oraya gitti, bunu bizimle görüştü. Fakat buradaki kuvvetlere kumanda eden Fransızlar da başka adamlardır. Bunlar bilhassa Kilikya dâhilinde bir miralay vardı. Bu İslâm düşmanı ve Ermeni hamisi bir adamdır. Tazyikten bir an bile tevekki etmedi, ve bunun neticesi olarak Maraş’ta ahaliyi islâmiyeye tecavüzatta bulundular ve birçok memurini tevkif ettiler. Ahaliyi islâmiye kendilerini muhafaza etti. Neticesi itibariyle vak’a büyüdü. Müsademe oldu ve oradan Fransızlar çekildi. Bittabi bu müsademe esnasında Fransız kisvesi altında ahaliyi islâmiyeye tecavüz eden bir kısım yabancı anasır kendi nefsi hayatını muhafaza eden ahaliyi islâmiye ile ateş esnasında öldüler.

“FRANSIZLAR MARAŞ’TAN ÇIKTIKTAN SONRA TEKRAR MARAŞ’A GELDİLER, TEKRAR URFA’YA GELDİLER”

Bütün Avrupa’da ve bütün Amerika’da da fevkalâde dalgalandırdılar. Hâlbuki milletimiz tarafından, tecavüz vaki olmuş değildir. Vuku bulan tecavüze mukabele edilmiştir. Hatta Fransızlar çekildikten sonra daha ileriye de gidilmekten sarfınazar edilerek o kadarla iktifa edildi. Urfa’da aynı vaziyet olmuştur. Yine Fransızlar tarafından daha doğrusu Fransızların teşvik ve himayesiyle Ermenilerin, ahaliyi islâmiyeye tecavüz eden Ermenilerin sebebiyet vermesi yüzünden yine muharebe ve müsademe olmuş, binnetice Fransızlar orasını da terketmeye mecbur olmuşlardır. Yalnız sureti umumiyede bir şey vardır ki Fransızlar Maraş’tan çıktıktan sonra tekrar Maraş’a geldiler, tekrar Urfa’ya geldiler. Gerek Maraş ve gerek Urfa’da bittabi ihrazı muvaffakiyet edilmiştir. Bunu izzeti nefis meselesi yaparak daha büyük harekâta geçmek istemediler.

Diğer taraftan asıl Kilikya cihetlerinde ahaliyi islâmiye yine bu tecavüzatı mütemadiye karşısında mukabelelere kalkıştı. Bütün bu mukabeleler Fransızların çekilmesi ile nihayet buldu ve son zamanlarda denilebilir ki Adana’da, Tarsus’ta, Mersin’de yalnız buralarda Fransız kuvveti bulunuyor. Diğer cihetlerde ahaliyi islâmiye bir dereceye kadar hâkimiyeti tesis ettiler. İtalyanlar sureti umumiyede mülayim bir vazı almışlardır. Kendileriyle hiçbir vak’a hadis olmadı ve bu noktai nazarlarınıda da sabit kaldılar ve bütün onların talep ettikleri şey menafii iktisadiye teminidir.

“YUNANLILAR İNGİLİZLER TARAFINDAN HİMAYE EDİLMEK SURETİYLE MUHAFAZAİ MEVKİ EDİYORLAR”

Gerek İtalyanlar, gerek Fransızlar memleketimizde azami menafii iktisadiye temin etmek için devletimizin müstakil kalmasını, diğer bir devleti ecnebiyenin tahtı esaretinde bulunmamasını temin etmek cihetini kendi menfaatleri muktaziyatından telâkki etmekte ve her ikisi de bunu bize birçok münasebetlerle söylediler ve elyevm söylemektedirler. Yunanlılar doğrudan doğruya İngilizler tarafından himaye edilmek suretile muhafazai mevki ediyorlar ve çıkmak niyetinde olmadıkları anlaşılıyor. Trakya son hadisat itibariyle bizimle alaka ve münasebette müşkül şerait içinde bulunmakla beraber daima muhafazai irtibat etmektedir ve Trakya da aynı noktai nazarları muhafaza etmektedir. Ancak Fransızlar Trakya’nın böyle münferit kaldığını gördükleri için onları muhafazai mevcudiyet etmekten âciz göstererek kendilerinin himayesi tahtında bir şey olabileceklerini ima etmektedirler. Bizimde Trakyalı vatandaşlarımıza tevcih ettiğimiz, bu küçük Trakya parçasının kurtulmasına mütevakkıftır. Bu noktai nazarda sebat etmektedirler.

“İSTİKLÂLİMİZİ TEMİN İÇİN MEVCUT OLAN DÜŞMANLARI GÖRÜYOR VE BUNLARIN EMELLERİNİ YAKINDAN BİLİYORUZ”

Efendiler muhafazai mevcudiyet için âtimizi, istiklâlimizi temin için mevcut olan düşmanları görüyoruz ve bu düşmanların emellerini yakından biliyoruz ve düşmanların bu emellerini istihsal için tatbik edecekleri kuvvetlere de vakıfız. Fakat düşmanlarımız kendi ihtirasatını bizim imhamızla temin etmek için malik oldukları kuvvetlerden hiçbirini istimal etmiyorlar. Bilâkis vâsılı gâyat olabilmeleri için en kuvvetli keşfettikleri vâsıta yine bizi birbirimize çarptırmaktan ibaret olmuştur. Maatteessüf İstanbul muhitinde düşmanlarımıza, düşmanlarımızdan daha çok hizmet edenler, makasıdını teshil edenler bulunuyor. İşte asıl onların yardımıyla maatteessüf vatanımızın bazı noktalarında milletin vahdetini, tesanüdünü harice karşı gayri vaki gösterecek ve memleketimizin içerisine asayişsizliğe delâlet edecek ahval vardır. Meselâ cümlemizce malûm olan Anzavur vaziyetini hatırlayabilirsiniz. Anzavur epeyce zamandan beri İngilizlerin parasıyla, silâhıyla, teşvikiyle ve bittabi İstanbul’da mahiyet ve ahlaklarını arz etmeğe çalıştığım kimselerle müştereken icrayi faaliyet ediyordu. Millet tarafından birkaçı tedip edildi ve fakat büsbütün imhakâr tedbir alınmak istenilmedi. Kendisinin cehline atfedilerek fazla bir şey yapılmayı gayri müstelzim gibi tasavvur edildi. Fakat son vak’a esnasında Anzavur yine en büyük düşmanların pişdarı olmak üzere, malûmu âliniz olduğu gibi, Biga’da göründü. Toplayabildiği eşkıya ile Günan’ı zaptetti. Bandırmayı zaptetti. Şarka doğru yürüdü. Balıkesir’i zaptetti. Bursa’yı tehlikeye duçar etti. Düşman ve Yunan karşısında bulunan kuvvetlerimizin arkasını tehdit etti ve sağ cenahı ile Yunanlılarla tevhidi harekât etti. Hülâsa bütün bu ef ’al ve harekâtiyle efkârı umumiyemizi tabiî rencide etti ve düşmanlarımızı güldürdü. Bütün bu harekât 16 Mayıs 1336’dan beri devam eden harekâttır. Biz artık bu zehrin ve zehirli hareketin daha ziyade tevessüüne müsaade etmenin fena avakibe müncer olacağını tahattur ederek tedabir almak mecburiyetinde kaldık. Bu sıralarda idi ki gönderilen, muhtelif yerlerden muhtelif istikametlerden gönderilen kuvvetler mesmuu âlileri olduğu veçhile kendisiyle çarpıştı. Nihayet etrafındakiler dağıtıldı. Bu günkü safhasından sonrasını da bittabi Meclisi Âliniz takip edecektir.

Diğer taraftan Düzce, Pendik, Bolu, Adapazarı, İzmit havalisine de nazarı dikkati âlinizi celbederim. Oralarda da yine bu menfî, memleket ve milletin menafii için muzır fikirler sarfla sahai faaliyet bulmuş oluyor. Bir ara Adapazarı’nda bir isyan yapıldı. Bazı zevatı gönderdik. Nasihat ettirdik. Binnetice iğfal edilmiş olanlar tenvir ve irşat edilmek suretiyle sükûnet icra edildi. Fakat İzmit’i doğrudan doğruya işgal etmiş olan İngilizler yakından para ile daima ayni ateşi körüklemekte devam ediyorlar. Onun için Adapazarı vak’asını müteakip Hendek’le orada bir ufak müfrezemiz bulunuyordu. Ona hücum etmişler ve silâhlarını almışlardı. Bunu da ittihaz olunan tedabir ile bertaraf etmek müyesser oldu. Onu müteakip Düzce’de ayni tezahürat oldu. Birtakım insanlar toplanıyor, hükûmeti basıyor, telgrafhaneyi basıyorlar. Ne istediklerini anlamıyoruz. Tabiî böyle harekâtı bağıyâne yapıyorlar ve bununla İngilizler Avrupa’ya bu Osmanlı milletlerinde vahdet ve tesanüt mevcut değildir. Bunlar birbiriyle çarpışmaktadır. Bunlar kendi kendilerini idare etmek için bir müdür lâzımdır ki bunları sevk ve idare edebilsin. Bu Düzce vak’ası bugünün vakasıdır. İçinde bulunduğumuz günün vak’asıdır. Bolu mutasarrıfı bulunan Haydar, Düzce’de toplanan bu usâtın, Bolu’ya tecavüz ve taarruz aleyhinde olduklarını bildirdi. Bolu’da bir az jandarma kuvvetimiz vardı. Bilhassa Zonguldak ve cenubunda üç taburlu bir piyade alayı vardı. Bir taburunu orada bıraktık, diğer taburunu Bolu üzerinden garbe doğru bu hareketi bagıyâneni tevessüüne mani olmak için sevk ettik. Buradan Bolu Mutasarrıfı Haydar Bey’e (her şeye rağmen tedabiri lazimeyi ittihaz etmesini tebliğ ettik. Bununla beraber kendisine mutlak emniyetimiz mevcut değildi. Bittabi bu anda henüz hükmü kafile hüküm vermekten içtinap ederim. Ama bütün zavahir, kendisinin bizzat usatın amalini mürevviç gibi hareket ettiğine delâlet edecek hususat bulundu. Çünkü ittihazi tedabirde bizi iğfal etmiş bulunuyor, usatın tevkife memur edilen kuvvetleri işgal ediyor, iğfal ediyor, hedefi aslisinden çeviriyor, bittabi sureti haktan görünen bir mutasarrıfın verebileceği evamiri madunları hüsnü telakki eder ve tatbik eder. Jandarma kumandanına derse, ki sizin kuvvetinizi ne bilsin, Jandarma kumandanı ki buradan düşman geleceği için kezalik alay kumandanı bir emir tebliğ ederse derse ki asker silâhını bıraksın ve dağılsın. Bittabi maalmemnuniye asakir bunu yapar. İşte böyle menfî ve hainane tedbirlerle Bolu’da iğfal edilmiş olduk ve binnetice Bolu mutasarrıfı Haydar Bey de bir gün Düzce’ye oradaki usatın yanına gitti ve oradan emirlerini vermeğe başladı. Bittabi beri ile irtibat ve münasebetimiz kalmamıştı. Oradan verdikleri emirlerle de merakizi tecrit etti. Gönderdiğimiz kuvvetlerden haberdar olamadık. Nihayet oradaki vaziyeti görmek anlamak ve icap edenlere icrayı nasihat etmek ve düşmanların İngilizlerin vatanımızı izmihlale saik olan İngilizleri bu tedbirlere en kıymetli arkadaşlarımızdan mebus arkadaşlarımızdan birkaç zatı memur ettik. Onlar da malûmunuzdur, Trabzon Mebusu Hüsrev Bey, Lâzistan Mebusu Hüseyin Bey, zaten Bolu Mebusu Fuat Bey ve Şükrü Beylerdir. Fuat Bey Bolulu olduğu için oraları biliyor. Onun için bu arkadaşları gönderdik ve yanlarına ufak bir müfreze verdik. On sekiz yirmi kişilik bir suvarile yolda kendilerini muhafaza etsinler diye Gerede’de Bolu’nun şarkında bir alayımız olduğunu biliyorlar idi. Sonra aldığımız malûmata göre inşaallah doğru çıkmaz, bu kıymetli arkadaşlarımız usât tarafından tevkif edilmiş diğer taraftan Düzce’de zuhur eden bu fenalığı izale etmek için pek kıymetli kumandanlarımızdan Yirmi Dördüncü Fırka Kumandanı Kaymakam Mahmut Bey’i memur ettik. Mahmut Bey kuvvetlerile Geyve boğazında bulunuyordu. Geyve boğazından kuvayı kâfiye alıp Düzce’ye gidecekti. Mahmut Bey Adapazarı’na gittikten sonra Düzce’ye gitmek üzere ayni yol üzerinde bulunan Hendek’e teveccüh etti. Oraya muvasalâtından haberimiz vardır. Fakat evvelisi gün öyleden sonra saat ikiden beri Düzce’de Mahmut Bey kuvvetleri ve şahsı hakkında bir malûmat alamıyoruz. Çünkü telgraf hatları gerek Bolu üzerinden, gerek Adapazarı üzerinden münkatidir. Muhabere ediyorduk. Son safhada münkati olduğundan bittabi böyle bir iki gün haberdar olamamak mucibi endişe görülmektedir. Bittabi en müstesna hali tasavvur ve kabul ederek yeniden tedabir ittihaz edilmiştir. Tevcihi ve intacı yine Heyeti Âliyenize aittir. Bazı propagandalar, manasız muzır propagandalar neticesinde halk hakikaten idlâl edilebilir. Meselâ üç gün evvel Beypazarı’nda halk toplanmış, içerisinden iki üç müfsidin ifsadi ve telgrafhaneyi basmışlardır. Bittabi adam göndermek ve kuvvet göndermek lâzım geldi. İçlerinde iki üç kişi varmış, onların iğfalâtı neticesi imiş. Ayni hale müşabih bir mesele daha, şimalde Nallıhan’da zuhura geldi. Buna karşı tedabir alınmıştır. Hulâsa bugünün arzuya şayan olmayan ve müziç olan bu ahvali arzediyorum. Çünkü vaziyet başka türlü tesbit edilmiş olmaz. Bunlar vak’adır. Başka yerlerde belki ufak tefek hassasiyetler vardır. Gerek bu vak’ayı ve gerek diğer yerlerdeki ufak tefek hassasiyeti demin de izaha çalıştığım gibi, düşmanların kendileri hariç gibi düşünerek, fakat yine -bizim vesaitimizi tatbik ettikleri tedabiri şeytanet-kârane neticesidir. Bittabi halk vaziyete vakıf değildir. Pek güzel bilirsiniz ki, İstanbul’un işgalinden ihtimal haberdar değildir ve böyle bir işgal keyfiyetini işitmişse bile mazurdur. Sonra makamı saltanatın, makamı hilâfetin vaziyetini idrak edemezler.

“İŞTE BU KADAR GAFLET İÇERİSİNDE BULUNAN HALKIMIZA HER ŞEY SUHULETLE SERPİLEBİLİR”

Maahaza pek nazik bulunduğu için her şeye karşı en büyük ehemmiyeti atfetmek ve her şeye karşı en kat’î ve ciddî tedabiri tatbik etmek lâzımdır. Çünkü Allah muhafaza etsin, bir defa inhilâl vaki olursa tekrar tevhit etmek ve harice karşı bir kuvvet ve kudret halinde arzı mevcudiyet etmek imkânı münselip olur. Vaziyet bu suretle tenevvür ettikten sonra hareket için iki şeyden birine karar vermek lâzımdır. Birincisi; İstanbul muhitinin Ferit Paşa Kabinesinin kabul ettiği şeyi kabul etmek şerefimizi, hayatımızı, her şeyimizi bırakmak yani İngilizlere esir olmaktır. O zaman yapılacak mesele yoktur. Yok, bu milleti millet olarak, insan olarak namus ve şerefiyle yaşatmak istiyorsak kabul edeceğimiz nokta ve esas, mevcut kuvvet ve vasaitimizi icabına göre istimal ederek, bizi imhaya çalışan düşmanların düşmanca olan emellerini kırmaktır ve ben şahsen katiyen şüphe etmem ki bütün arkadaşlarımız ancak böyle hissi ulvî ile buraya gelmişler ve ifa edecekleri vazifei tarihiyenin derecei azametini ve nezaket ve ehemmiyetini bütün vuzuhiyle müdrik bulunuyorlar. Merkezle anlaşmak meselesi hakkında, merkez demek, yani makam saltanat ve hilâfet olan İstanbul demektir. İstanbul düşmanın resmen ve filen tahtı işgalindedir. Bu gün İstanbul demekle Londra demek arasında hiçbir fark yoktur. İşte Londra mahiyetinde bulunan İstanbul’da maatteessüf bütün âlemi İslâm’ın perestişkârane merbut olduğu Halifemiz ve ecdadı kiramımızın bize en kıymetli yadigârı olan padişahımız kalmış bulunuyor. İrtibat arasak arasak bu makamı muallânın tavassutu olabilir. Bu temas ve irtibat için iki şey varidi hatır olabilir. Birisi, meselâ bir heyet intihap edelim gönderelim. Bu heyet Londra mahiyetinde bulunan İstanbul’a girmek için bittabi İngilizler tarafından görülecektir. İngilizlerin malûmatı, vesikası olmadan İstanbul’a girilemez ve çıkılamaz. Bu heyet Zâtı Şahaneye vasıl olur ve bir şart ile, İngiliz amali dairesinde milleti sevk ve idare etmek imkânından bahsederse, bu heyet Zâtı Şahaneye işte millet vahdetini muhafaza ediyor, istiklâliydi katiyen feda etmez, Makamı Muallâyı saltanatın bu makasıdı ulviyenin istihsali için çalışmaya karar vermiştir derse böyle bir vazifei mukaddesenin ifasına memur olacak heyetin yeri, böyle bir vazifei mukaddeseyi ifa edecek Makamı Saltanat değil Malta olur. Zati şahane ile hususî temas hasıl etmek dahi varidi hatırdır ve o her suretle araştırılmaktadır. Ancak nazarı dikkati âlinizi celbederim ki Halifei mukaddesimiz efendimiz hazretleri edayı salât için camiye gittikleri zaman kendilerini muhafaza eden kıtaatı askeriye İslâm askeri değildir. İngiliz askeridir. Bu şeraiti elimeye duçar olmuş olan padişahımızla hususî temas dahi mümkün olamaz. Sureti umumiyede bir şey arzedeyim: Farzedelim ki resmî ve hususî her türlü temas mümkündür. Ne anlamak istiyoruz? Bu temastan millet; istiklâlini, tamamiyeti mülkiyesini makamı hilâfet ve saltanatın müstakil ve masun olmasını vicdanî bir emel telâkki etmiştir. Bunun için burada çalışıyoruz ve çalışacağız. Halifei müsliminin bundan başka bir şey düşünmesine imkân tasavvur ediyor musunuz? Ben şahsen hiçbir şey düşünmem. Zati şahanenin ağzından işitsem mutlaka bunun icbar ve tazyik altında olduğuna hükmederim. O halde ne işitmek istiyoruz? Daha dün okuduğumuz sâniadan ibaret olan fetva cümlenizin malûmudur. Hürriyetine, serbestisine malik olan böyle bir Halife verdirir mi? Cümlenin malûmu olan hükûmetin evamiri muhtacı tefsirdir. Bu kabineden evvel Harbiye Nazırı Fevzi Paşa Hazretleri namus ve haysiyet ve şerefi itibariyle kendisini yakından tanıyan arkadaşlarımızın tahtı tasdikinde olduğu üzere şüphe ve tereddüt edilmeyecek evsafı güzideye maliktir. Bir emirde İngilizlere hürmet edeceksiniz, İngilizlerin emrini dinleyeceksiniz, böyle hareket etmediğiniz takdirde mahvolacağız, bu tarzı hareketi hamiyeti vataniyenizden rica ederim diyor ve bazı zaif muhakemeli insanlar ihtimal ki vaziyet başka türlüdür, bu kadar muhterem bir arkadaş böyle desin. Fakat biz böyle bir teeniye lüzum görmedik ve bunun düşman tarafından not edildiğine hükmettik. Kaçırdığı yaveri Salih Bey buraya geldi ve aman dedi. Harbiye Nazırı süngü altındadır ve zorla imlâ ve imza ettiriyorlar, o emre ehemmiyet vermemesi lüzumunu bildirmek için beni gönderdi dedi ve bugün o zati şerif tahlisi giriban ediyor, Geyve’de bulunuyor. Bir saat evvel kendisiyle kezalik Dâhiliye Nazırı Hazım Bey aynı tebliği ediyor “Rüesayı memurini mülkiyeye rica ediyor. Bütün hissiyatı vataniyesine müracaat ederek aman İngilizlere bir şey yapmayınız” diyor.

Beyefendiler; şimdi İstanbul muhitine nasıl emniyet edeceğiz ve İstanbul’un o tazyiki elimi muvacehesinde biz dahi olsak insanız, bizim karşımıza gelen sözün düşmanlarımız tarafından işitilmeyecek ve işitildiği takdirde duçarı mehalik olmayacağınıza emniyet ederek nasıl söyleyebiliriz? Binaenaleyh böyle bir temastan ne faide hasıl olur? Bendeniz takdir edemiyorum. Ancak mühim anda bulunuyorum. Her türlü tedabiri ciddiyetle almak lâzımdır.

“RİYASET MESELESİ MEVZUBAHS OLDUĞU ZAMAN SENİ REİS İNTİHAP EDELİM DEDİLER”

Müsaade buyurursanız bir meseleden daha bahsetmek istiyorum. Efendiler, vaziyeti dâhiliyeyi teşrih için daha fazla tafsilâta girişmek lüzumsuz olacak. Maamafih teferruat hakkında yine beraber çalışacağız, itimat izhar ediyorlar ve yine işitiyorum ki bu teveccüh ve itimadın sevkiyle meselâ riyaset meselesi mevzubahs olduğu zaman büyük şükran ve minnet ile görüyorum ki tekmil arkadaşlarım hakkı âcizanemde tekmil arkadaşlarım hakkı acizanemde büyük teveccühler, muhabbetler izhar ediyorlar. Meselâ riyaset meselesi mevzubahs olduğu zaman seni reis intihap edelim dediler. Ben bu meselede kat’î ve samimî olmak isterim. Bunun için şahsıma ait olmakla beraber, bunu yine şahsımın haricinde bir mesele olarak kabul etmek daha doğru dedim. Benim mevcudiyeti maddiyemi bırakalım, bir isim üzerine konuşalım.

Daima milletin müdrik olduğunu, milletin kuvvetli olduğunu biliyorsunuz, ki maksadımızı kurtarmak için harice karşı, ecanibe karşı, düşmanlarımıza karşı milletin müdrik ve kuvvetli olduğunu, milletin âmili hakikî olduğunu ispat etmek lâzımdır. Bu hakikatin mütecelli ve maddî bir delilidir. Milletin âmili hakikî olduğunu ispat etmek lâzımdır. Bunu ispat etmek lüzumundan bahsettiğim bir hakikattir ve huzuru âlileri bu hakikatin hiç şüphesiz delilidir. Bu yalnız milletimizce değil ecanipçe de malûmdur.

“İSTANBUL’U İŞGAL SIRASINDA İNGİLİZLERİN HÜKÛMETE VERDİKLERİ NOTADA BENİM İSMİM ZİKREDİLMİŞTİR”

Fakat düşmanlarımız daima bu hakikati setretmek, âlemi medeniyete karşı milletimizi böyle mütesanit, vahdet yapabilecek, kendi kendini idare edecek evsaftan mahrum göstermek suretiyle kıymet ve ehemmiyetini tenkis ediyorlar. Daima bu vahdetleri, bu mevcudiyetleri şu veya bu şahsın üzerinde temerküz ettirmek, hatta İngilizlerin yeni günlerde yani İstanbul’u işgal sırasında İngilizlerin Hükûmete verdikleri notada benim ismim zikredilmiştir. Bu adamı reddediniz, bu adamı telin ediniz denilmiştir. Bu adam ret ve telin olunursa mevcudiyeti milliye esasen yoktur. İkincisi; dâhili memlekette bütün millete karşı menfi propagandalarda bulunuluyormuş. Esası yoktur. Bu hakikat olmamakla beraber düşmanların elinde bir silâhtır. Binaenaleyh bu mahzuru nazarı dikkati âlinize arzediyorum. Millete yapılan menfi propagandalardan anlaşılıyor ki yine mesele şahsî olarak gösterilmektedir. Bu da bittabi fevkalâde tesir yapar. Bu itibarla maksadımızın, ulvî makasıdımızın istihsali için düşmanlara silâh verecek her türlü hususattan tevakki etmeniz iktiza eder. Yalnız ve yalnız bir şey düşünmeğe mecburuz o da memleketin halâsıdır. Burada mevzubahs olacak şahıs meselesi, hatır meselesi değildir. Binaenaleyh, bütün hakayıka vuzuhiyle vakıf olarak isabet kararlarınızı vermenizi, maruzatı salifemde işaret ettiğim gibi, memleketin menafii namına temenni ederim. Millete istiklâl temin edileceği güne kadar bir fert olarak bütün mevcudiyetimle çalışmağa mukaddesatım namına söz vermişimdir. Bu sözü burada tekrar etmekle kesbi şeref ederim.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir