Şiddet benzer, adalet farklı

Müjde Işıl – Havaalanında gerilim dolu bir sahne ile açılıyor film. Şeyda, sosyal hizmet görevlisi Joyce ile birlikte kızı Mona’ya, babası tarafından buraya getirilirse polisten nasıl yardım isteyeceğini gösteriyor. Noora Niasari, ilk uzun metrajı olan “Şeyda”da en iyi bildiği şeyi, kendi hikâyesini anlatıyor. İran doğumlu sinemacının annesiyle Avustralya’ya geldikten sonra yaşadıkları bu filme ilham kaynağı olmuş.

Asghar Farhadi’nin pek sevilen “Bir Ayrılık” filmi, kadının boşanma talebinin erkek karakterin hayatını mahvedişini anlatır. Kadın yuva yıkandır, erkek de mağdur. Bu, bir erkek sinemacının bakış açısı… “Şeyda”da ise bir kadın sinemacının bakışından, bunun antitezini izliyoruz. “Şeyda”nın sinema dili, “Bir Ayrılık” kadar yetkin değil ama cinsiyetler arasındaki ağırlığı tartışması daha gerçekçi. Bu arada filmde Şeyda’ya yeni hayatına adaptasyonu için destek veren karakterin adının Elly oluşu da Farhadi’ye bir selamdır belki.

Oryantalist bakış

Etkili bir girişle başlayan “Şeyda” bu gerilim sahnesinin nedenini anlatmaya koyuluyor finale kadar. 1995’te geçen filmde fotoğraf albümü sayesinde Şeyda’nın hikâyesini öğreniyoruz. 1984’te liseden mezun oluyor ve ertesi sene Hüseyin ile evleniyor. 1991’de eğitim için Avustralya’ya taşınıyorlar. Hüseyin eğitim hayatına devam ederken Şeyda’nın bursu iptal edildiği için hayatı, dört duvar arasında geçiyor. Koca şiddeti yüzünden boşanma davası sürerken kızı Mona ile kaldığı sığınma evi, ona yuva oluyor.

Noora Niasari, kadına şiddetin coğrafi bir sorun olmadığının altını çizercesine bu evde İngiliz ve Uzakdoğulu anneleri de Şeyda’nın endişelerine ortak ediyor. Ama şunu da biliyoruz ki Hüseyin kendi ülkesinde olsa yaptıklarından dolayı yargılanmayacak, Şeyda ise ölmekten beter bir yaşama mahkûm olacak.

Niasari, Hüseyin-Mona-Şeyda üçgenini ve baba-kız iletişimini anlatırken hem detaylarda hem de gerilimde yüksek bir seviye tutturuyor. Hüseyin’in karısı ve kızı üzerindeki baskısını başarılı sahnelerle anlatıyor. Şeyda’nın özel hayatındaki ritüelleri, yaşamı ise daha çok oryantalist bir bakış içeriyor. Batı’nın Doğu’ya ‘ah ne güzel yemekleri var’, ‘yöresel dansları ne otantik’ türündeki geleneksel bakışı, filmin ivmesini düşürüyor.

“Kutsal Örümcek” filmiyle hafızalarımıza kazınan Zar Amir Ebrahimi, Şeyda rolünde tıpkı o ödüllü rolü gibi karakterinin psikolojik gelgitlerini başarıyla yansıtıyor. Filmin yürütücü yapımcısının Cate Blanchett oluşu da dikkat çeken bir detay.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir