Ormanlara yasal haklar verilebilir mi, tüzel kişiliği olan ormanlar var mı?

José DeCoux 30 yıldan uzun süredir her sabah sağır edici bir sesle uyanıyordu. Ekvador’un Los Cedros ormanındaki evinde maymunların sesleri, sincaplara ve 400 farklı türde kuşun ayrı ötüşlerine karışıyor. Ağaçların etrafı puslu ve yeşilin sayısız tonundaki eğrelti otları ve yosunlar her kayayı ve ağaç gövdesini kaplıyor.

DeCoux, 1980’lerde ABD’den Ekvador’un kuzeyindeki Los Cedros ormanına taşınmıştı. Nisan ayında BBC Future Planet’a konuşan DeCoux gülümseyerek “yağmur ormanlarını kurtarma çağrısı gibi bir şeye yanıt verdiğini” söyledi.

Arkadaşları ve kâr amacı gütmeyen Friends of the Earth İsveç ve Avustralya Yağmur Ormanı Bilgi Merkezi gibi kuruluşların yardımıyla DeCoux, Los Cedros ormanında arazi satın aldı. Bunun ardından bölgede bir koruma ve eko-turizm projesi doğdu. DeCoux, kanser teşhisi konulduktan dört yıl sonra, Mayıs ayındaki ölümüne kadar bu koruma alanını yönetti.

Bölgedeki yoğun ormansızlaşmaya rağmen, Los Cedros’taki 11 bin 681 dönümlük (4 bin 800 hektar) arazi yaşamla dolup taşıyor.

Biyolojik çeşitliliği inanılmaz: Los Cedros’u evi olarak gören mantarlardan orkidelere, salyangozlara, jaguarlara ve ayılara kadar çok sayıda tür hakkında 130’dan fazla bilimsel makale yayımlanmış durumda.

Koruma alanının büyük bir kısmını bulut ormanı oluşturuyor. Bu ormanın özelliği yoğun yağmurdan kaynaklanan nem ve kalıcı yoğunlaşma nedeniyle havanın ağır olması ve bu havanın likenlerle birlikte farklı orkide örtülerini beslemesi.

Minik turuncu Los Cedros yağmur kurbağası gibi pek çok endemik türe ev sahipliği yapıyor.

‘Batı’nın doğaya dair algısıyla tezat oluşturuyor’

Los Cedros’ta yaşam serpilmeye devam ediyor, ve bu büyük ölçüde güçlü ve etkisi giderek artan bir küresel hukuk hareketi sayesinde oluyor.

Ekvador, 2008 yılında anayasasında doğanın insanlarla aynı haklara sahip olduğunu tanıyan ilk ülke olmuştu. Ekvador’un yerli hareketi öncülüğünde sağlanan değişim, ‘doğa hakları’ hareketinin de ilk önemli kazanımlarından biri oldu.

Bu hareket, doğal dünyanın kendiliğinden insanlar ve şirketlerle aynı koruma haklarına sahip olması gerektiğini savunuyordu.

New York Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dünya Hakları Savunuculuk Kliniğinden Jacqueline Gallant, doğa hakları hareketinin “mahkemelerde ve kanun önünde doğal varlıkları nesnelerden öznelere dönüştürmeye yönelik bir hareket olduğunu” söylüyor.

Gallant, “Fakat çok daha geniş anlamda bu, doğayı içsel değere sahip bir özne olarak yeniden canlandırmaya ve yeniden konumlandırmaya yönelik bir hareketti” diye ekliyor.

Ona göre bu anlayış, Batı’nın doğaya dair, “insanın faaliyetlerini sürdürdüğü cansız bir zemin” algısıyla tezat oluşturuyor.

Bugün Bolivya’dan Brezilya’ya, Uganda’dan ABD’ye kadar 44 ülkede doğanın haklarını tanımaya yönelik girişimler devam ediyor.

Bazı davalarda tek bir hayvan savunulurken, nehirlerin, dağların ve tüm Toprak Ana’nın haklarını tanıyan hukuki kararlar da alındı. Yine de bu alandaki yasal uygulamalar nispeten yeni ve doğa haklarının gerçekte nasıl uygulandığına dair çok az açık emsal var.

DeCoux’un savunuculuk konusu ilk olarak 2019 yılında bir madencilik şirketinin bölgede keşif yapmaya başlamasıyla mahkemeye taşındı.

DeCoux, ormanda madencilik yapılmasına izin verilmesinin doğanın haklarını ihlal edeceğini savunarak, Los Cedros ormanının var olma, hayatta kalma ve yenilenme hakkını savundu.

Dava alt mahkemelerden atıldı; DeCoux, yargıcın “davadan hoşlanmadığını” söylemişti. Ancak daha sonra Anayasa Mahkemesi tarafından doğa haklarına gerçek dünyada emsal teşkil edecek bir dava olarak seçildi.

Nihayet 2021’de DeCoux kazandı. Hakim, madenciliğin ormanın biyolojik çeşitliliğine zarar vereceğine ve dolayısıyla doğanın anayasal haklarını ihlal edeceğine karar verdi.

DeCoux, “Dava, hayallerimizin ötesinde başarılı oldu” dedi.

Doğa hakları davaları dünyanın her yerinde olumlu sonuçlanmıyor

Dava, yargıçlar için Ekvador Anayasası’nın teorik çerçevesinin ötesinde doğa haklarına bakma fırsatıydı. DeCoux, bu hakların nasıl uygulanacağının belirlenmesine yardımcı olacağına ve gelecekteki davalar için emsal teşkil edeceğine inanıyordu.

New York Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dünya Hakları Savunuculuk Kliniğinden Jacqueline Gallant bu ayrımı açıklıyor. ABD Anayasası’nda yer alan ifade özgürlüğü hakkının yüzlerce yıllık içtihat hukukuyla gerçek dünyada nasıl uygulandığını açıkladığını söylüyor.

Los Cedros’a ilişkin karar, yalnızca korunan alanlar için değil aynı zamanda, herhangi bir anayasal hakta olduğu gibi, ülkenin tamamı için geçerli olduğunu belirtmesi nedeniyle çok daha güçlüydü.

Yargıçlar bölgenin yalnızca insanlara temiz su gibi kaynaklar sağlaması nedeniyle değil, kendi başına korumayı hak ettiği konusunda da netti.

Los Cedros’ta verilen karar, orada yaşayan hayvanlar, bitkiler ve mantarlar için son derece iyi bir haberdi. Madencilik yapılmadı ve dolayısıyla orman da zarar görmedi. Madencilik şirketleri makinelerini derhal geri çekmek zorunda kaldı ve mahkeme, Los Cedros’ta gelecekteki tüm madencilik ve diğer tüm maden çıkarma faaliyetleri için de yasak getirdi.

Ancak doğa hakları davaları, dünyanın her yerinde, mahkeme doğanın lehine karar verse bile her zaman bu kadar net veya olumlu sonuçlanmıyor.

Örneğin Hindistan’daki Ganga Nehri 2017’de tüzel kişi olarak tanındı, ancak kirlilik buraya zarar vermeye devam etti ve 2023’te suyun büyük bir kısmı içilemez hale geldi.

İnsandan ötesinin yaşamını da merkeze almak

Los Cedros’ta araştırmalar yapan, NYU Hukuk Fakültesi’nde insan dışı yaşam ve daha geniş yaşam ağının haklarıyla ilgili çalışan İnsan Haklarından Daha Fazlası Projesinin yöneticisi César Rodríguez-Garavito, Los Cedros’un biyolojik çeşitlilik için bir sığınak olarak kaldığını tespit etti.

Ancak Rodríguez-Garavito’nun bulguları aynı zamanda ormanın kırılgan durumda olduğunu da vurguluyor. Ekvador hükümeti, koruma yükünü kamuya ait ve özel aktörlere verdi; onlarınsa araziyi denetlemek ve korumak için sınırlı kaynakları var.

Yakın bölgelerde izin verilen madenciliğin Los Cedros üzerinde “sıçrama etkisi” olabileceği ve koruma alanının sınırlarında yasa dışı avlanmanın, ağaç kesiminin ve madenciliğin artabileceği düşünülüyor.

De Coux BBC’ye verdiği röportajda, “Oyun henüz bitmedi. Madencilik endüstrilerinin güçleri hâlâ aktif olarak bize karşı çalışıyor. Fakat bugün bulunduğumuz konumdan kesinlikle çok mutluyum çünkü ilerleyecek yolumuz var” demişti.

Gallant, doğa hakları hareketinin çalışmalarının güçlü olduğunu ancak tek başına yeterli olmayacağını söylüyor: “Yargı tek başına, insan ötesi yaşamı daha merkeze alan, siyasetimize ve kültürümüze bunu yansıttığımız bir paradigmayı teşvik etmek için yeterli değil”.

Gallant, yerli halkların ilkeleri ve önceliklerinin giderek anlaşılan önemine dikkat çekiyor: “Bunlar (kadim bilgiler) yeni icatlar değil, dünyanın dört bir yanındaki yerli halkların çok eski zamanlardan beri söylediği şeyler” diyor ve ekliyor:

“Küresel Güney’deki hareketler ve örgütler, bu kavramları siyasi, hukuki ve toplumsal olarak ilerletmede ön saflarda yer aldı. Bu, Küresel Kuzey’in Küresel Güney’den gerçekten önemli bir şeyler öğrendiğinin güzel bir örneği.”

‘Her bitki ve hayvan bir birey olarak tanınmayı hak eder’

Doğa haklarına ilişkin yasal kararların çoğunluğu, Güney Amerika’daki ülkeler ve Yeni Zelanda’daki Maori liderliğindeki girişimler tarafından yönlendiriliyor. Kuzey Amerika ve Avrupa’da da yeni yeni benzer kararlar alınıyor.

Peru’da yakın zamanda alınan bir kararda, Kukama Yerli Kadın örgütü Huaynakana Kamatahuara Kana’nın (HKK) Peru devleti ve petrol şirketi Petroperú’ya karşı açtığı dava sayesinde Manon Nehri’ne yasal hakların verildi.

HKK’nın başkanı olan Mariluz Canaquiri Murayari, bir tercüman aracılığıyla BBC’ye: “Bizim için doğanın çok güzel bir anlamı var. Toprak, anne gibidir; ona sahip çıkmalı ve onu korumalıyız” diyor.

Murayari, doğa hakları hareketinin Kukama’nın doğanın özünde değerli olduğu görüşünü yansıttığını söylüyor:

“Her bitki ve hayvanın bir yaşamı vardır, bir ruhu vardır. Dolayısıyla birey olarak tanınmayı hak ederler. Kendilerini savunamayan canlıların var olduğunu ve bu canlılar sayesinde havamız, suyumuz, hayatımız olduğunu kabul etmeleri gerekiyor.”

Gallant, doğa hakları hareketinin ardındaki fikirlerin hepimizi ilgilendirdiğini söylüyor:

“Çünkü bu, insan refahı ve insan faaliyetlerine yönelik kaygıları insandan ötesine entegre etmekle ilgili. Böylece bu tür bir bakış açısını siyaset, bilim ve iş dünyasına da tercüme edebilirsiniz.”

Bu dilimize kadar uzanıyor: ‘Doğa’ kelimesi bile doğal dünyanın insanlardan ayrı olarak var olduğunu ima ediyor. Rodríguez-Garavito, bu nedenle “doğa hakları” yerine “insandan ötesinin hakları” terimini öneriyor:

“İnsan hakları, insandan ötesinin haklarından ayrılamaz. İnsanın sağlık hakkı, doğası gereği daha geniş yaşam ağının sağlığına bağlıdır.”

Bu, insanların, bitkilerin ve hayvan komşularının hâlâ nehirden temiz, soğuk su içebildiği Los Cedros’ta oldukça belirgin bir durum.

DeCoux için bu, son derece gurur duyduğu bir başarıydı ve neyin mümkün olabileceğinin bir göstergesiydi; şöyle söylüyordu:

“Gerçekten çok düzgün bir yer. Herkesin böyle yaşaması gerektiğini düşünüyorum.”

  • Akbelen Ormanı’nda dört yıldır direnenler anlatıyor: ‘Bir tek ağacı bile kaybetmemeliyiz’
  • 75 yaşındaki çevreci Hatice Kocalar, maden şirketi çalışanı yaralamaktan suçlu bulundu
  • Bilim insanları dünyanın en eski ormanını bulduklarını açıkladı

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir