Millilerin Yolu: Final mi, ilk turda veda mı?

Çağrı DEVELİOĞLU

Tüplü televizyonun karşısında 9 yaşında bir çocuk. Takvim yaprakları 17 Temmuz 1994’ü gösteriyor. Gösteren elbette bir akıllı telefon değil, “Saatli Maarif Takvimi”nin yapraklarından tarihi görüyor aynı çocuk…

Bir tarafta Gök Mavililer diğer tarafta Sambacılar. Nereden kodlanmış bilinmez ufaklığın sempati duyduğu taraf Güney Amerikalılar. Turnuva boyunca oynadıkları oyun, Romario’nun muazzam golleri, Bebeto’nun gol sevinçleri aklını çelmiş olabilir.

Hatırladığım ilk büyük futbol turnuvasıyla ilgili ipuçlarını verdim. Amerika 94. Roberto Baggio’nun İtalyanları ve kendini kahırlara gark ettiği, efsanevi Brezilya kadrosunun dördüncü kez taçlandığı o muazzam şampiyona. Gündüz maçlarının ayrı bir hava kattığı, kalecilerin şapka taktığı, Salenko’nun Kamerun ağlarını beş kez havalandırdığı, Maradona’nın son Dünya Kupası’nı attığı o müthiş turnuva.

Evet, izlediğim ve hatırladığım ilk turnuva. VHS kasetten özetlerini izlediğim İtalya 90’ı saymazsak… Sonraki tüm turnuvaları iple çektiğimi de hatırlarım. Türk Milli Takımımızın katıldığı 2002 Dünya Kupası’nı izlemek için liseye 37 ekran televizyon götüren, 2008 Avrupa Şampiyonası’nı babaannesiyle maç kaçırmadan takip eden, 2010 vuvuzela faciasını deneyimleyen, 2014 Dünya Kupası’nı saat farkı nedeniyle Eurosport ofisinde tam kadro takip eden ben, bu turnuvayı nedense çok da içselleştiremeyen yine ben.

Twitter’da muazam bir espri var, “Turnuva bitti bizimkiler hâlâ maç yapacak” şeklinde. Evet turnuva başladı, Almanya dışında doğru düzgün top oynayan bir ‘Ekol’ takım göremedik. Turnuva başladı, elle tutulur bir olay yaşanmadı. Turnuva başladı ama ülkece ‘Turnuva’ havasına girememiş bir düzlemdeyiz.

Sergen Yalçın’ın tutmayan yorumları, Rapçi Sefa’nın berbat turnuva şarkısı, Halil Umut Meler’in hakemlik performansı gibi konular dışında, elle tutulur, dişe dokunur bir konu yok.

Turnuvayı farklı kılacak şeylerden en önemlisi elbette Arda Güler’in performansı gibi görünüyor. Real Madrid ile ilk sezonunda La Liga ve Şampiyonlar Ligi kupasını kaldırma başarısını gösteren genç yeteneğin ne yapacağı, Vincenzo Montella tarafından nasıl değerlendirileceği merak konusu.

Bunun yanı sıra en genç ikinci kadro olan Türkiye’nin katıldığı turnuvalara kattığı renk de merakla bekleniyor. 2002’de dünya üçüncüsü olan, 2008’de “Geri Dönüşlerin Kralı” unvanıyla yarı finale yükselen A Millilerin muazzam bir turnuva geçirmesini diliyorum. Üstelik bunu bir Türkiyeli olarak değil, Türk olarak canı gönülden istiyorum.

Belki de hissettiğim tüm bu heyecansızlık, fırtına öncesi sessizliktir. Ancak bir gerçek var ki, bu takım finale çıksa da, grup aşamasında elense de şaşırmayacağım. Bu da tarihe not düşüle.

patronlardunyasi.com

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir