Tarihi zamanlardan geçiyoruz. Her gün tarihe notlar düşülüyor. Düşülen notlar çoğunlukla kanla düşülüyor. Birbirini yok etmek, geriletmek, sindirmek, çaptan ve güçten düşürmek üzerine not düşülüyor. Sessizleştirilmiş bir toplum hayali kuranların, on yıllardır sürdürdüğü girişimler, pratikler, eylemsel tarzlarla oluşturdukları kaos ortamı kendilerini çürütüp yutmaya başlayınca, çiğnedikleri tüm değerleri hatırlamaya başladılar.
Emin Şenyaşar’ın da dediği gibi, bize çok zulmettiler, bizde de bir şey bırakmadılar. Emin Şenyaşar’ın çetin bir savaş sonrası bunları dile getirmesi önemlidir. Hakikati dile getirmiştir. Emine ananın yürüttüğü mücadele neticesinde oğlu Fadıl Şenyaşar 6 yıl 4 ay sonra Amed zindanından serbest bırakıldı. Şenyaşar’lar 6 yıl sonra taziyelerini kuracaklarını duyurdu ve tüm halkı taziyelerine çağırdı. Esvet, Adil ve Celal Şenyaşar’ın yasını 6 yıl sonra tutacaklardı. DEM parti ve AKP milletvekillerinin iki ailenin barışması için yürüttükleri müzakerelerin sonucu her iki ailenin de barışma kararının ve iradesinin olduğunu öğrendik. Ne kadar savaş ve ölüm olsa da günün sonunda barış kendini dayatmaya başlar. Onurlu ve vicdanları yaralamayacak bir barışın herkesin arzusu olduğu açık.
Emine Şenyaşar’ın adalet arayışı 2018 yılında başladı. Eşi ve çocuklarıyla birlikte sıradan bir hayat sürerken, acımasız bir saldırı sonucunda hayatı altüst oldu. Emine Şenyaşar’ın eşini ve iki oğlunu kaybettiği o gün, adalete olan inancının da yerle bir olduğu bir gündü. Bir annenin böylesine ağır bir kayıplarla baş etmesi yetmez gibi, hak arayışının önüne de setler ve duvarlar örülüyordu. Emine Şenyaşar’ın hikâyesi, sadece kişisel bir acı değil; toplumun ve adalet sisteminin vicdanına kazınan bir yaraydı. Her gün, her sabah yeniden Adalet Sarayı’nın önüne giderek sessiz bir çığlık atan Emine Şenyaşar’ın duruşu bir protestodan çok fazlasıydı. Kaybettiklerinin ardından, ayakta durarak gösterdiği bu sabır ve azim, bir annenin en kararlı adalet arayışına dönüştü. Türkiye’nin dört bir yanından onun hikâyesine tanık olanlar, vicdanlarını sarsan bu adalet arayışını anlamak ve sahiplenmek zorunda kaldılar.
Emine Şenyaşar’ın yalnızca oturması, her gün aynı yerde ve aynı umutla oturması, görünürde sessiz, ama yüreklerde yankılanan bir haykırıştı. Onun talebi, adaletin kendisine ve tüm insanlara eşit ve şeffaf bir şekilde sağlanmasıydı. Kürt bir anne çürümüş adalet anlayışını kocaman harflerle “Adalet” yazılı bir binanın önünde ifşa ediyordu. Bu süreçte Şenyaşarlar dirayetli duruşlarıyla birçok insanın gönlünde yer etti.
Emine Şenyaşar’ın adalet arayışı, yalnızca bir annenin adalet talebinden öte, toplumun vicdanında da derin izler bırakan bir direnişin ifadesidir. Bir aileye yapılan saldırı sonucunda eşini ve iki oğlunu kaybeden Şenyaşar, yıllardır sabırla sürdürdüğü adalet mücadelesiyle Türkiye’nin adalet sistemi ve toplumsal duyarlılık konusunda önemli bir simge-sembol haline geldi. Bu süreç, sadece bir bireyin adalet talebinden öteye geçerek, Türkiye’de adalet arayışının ve hak talebinin ne kadar önemli olduğunu gösteriyordu. Emine Şenyaşar, adaletin herkes için eşit ve erişilebilir bir hak olduğunu, kararlılığıyla, direnişiyle tüm Türkiye’ye hatırlattı ve hatırlatmaya devam ediyor. Cegerxwîn’in “Jîn û Hebûn” şiirinde dediği gibi;
Pir xurt û hêz im ez hebûn/güçlü ve çok kuvvetliyim buradayım
Ez pêşveçûn û serxwebûn/ilerici ve bağımsızlığım
Herdem di nav damar û xûn/her dem damardaki kan
Ez her heme, qet namir im/ben varım hiç ölmem
Evet Cegerxwîn bu kıymetli dizeleri direnişçi annelerin ve kadın verdiği mücadeleye aynadır. Kırk yıl önce aramızdan ayrılan Cegerxwîn bize bıraktığı mirasın bugün adım adım nasıl büyüdüğünü, geliştiğini, başını köklerinden nasıl da tüm haşmetiyle gökyüzüne uzattığını görüyoruz.
Cegerxwîn geride paha biçilmez bir miras ve direniş dizeleri bıraktı. İşçiydi, sosyalistti ve ülkesine âşık biriydi. Gericilerle giriştiği çetin mücadelesinin başarısı bugün “Jin Jiyan Azadi”nın alanlara gelişinde şüphesiz emeğinin olduğunu kim inkâr edebilir. büyük emeği olduğunu rahatlıkla dile getirebiliriz. Hayatın her alanında verdiği özgürlük ve bağımsızlık mücadelesi sadece eserleriyle değil, yaşamıyla, pratiğiyle de tepeden tırnağa kendine dönüşü ve despotlara karşı gözünü amansız bir savaş verdi. Kalemiyle, sesiyle, imgeleriyle, aklıyla Kürt direniş sahnesine ismini altın harflerle yazdırmış cesur bir yürektir.
Kürt halkının derin, kanayan yaralarını, varoluşun zorlu, ama sarsılmaz direnişini mısralarında yoğuran, sözü özüyle bir direniş şairdir üstat. Onun kelimeleri, sıradan bir edebi yaratının ötesine geçerek halkının ruhunda yankılanır, coğrafyasının acı, direnç dolu tarihini yansıtır. Kürt halkının içindeki özgürlük arzusunun şiirimizdeki, edebiyatımızdaki en kararlı seslerden olduğunun en sağlam dayanaklarından biri de oluşturduğu kanonudur. Topraktır, yoldaştır ve özgürlüğe âşıktır. Aşkın şairidir esasında, işçi ve köylüsüne âşık ama bir o kadar da eleştirilerinde yıkıcıdır. Yıkılmadan inşa edilemeyeceğinin gerçeği şiirlerinin arasına usta saklanmıştır, bakmayı bilen sade ve cüretkârdır.
Şiirleri halkının sesi olduğu kadar bir başkaldırıdır; toplumsal adaletsizliklere, baskılara karşı bir meydan okumadır. Cegerxwîn, halkının kanayan yaralarını işledi, bağırmadan, çağırmadan dizeleriyle dünyaya seslendi. Neruda’nın Şili için yaptığı gibi, o da Kürt halkının özlemlerine, özgürlük arzusuna, sürgünlerine, her türlü baskıya rağmen ayakta durma çabasına ışık tuttu hala da önümüzü aydınlatıyor. Şiirleri salt estetik kaygılar taşıyan satırlar değil ki, devrimci bilincin ifadesidir aynı zamanda. Onun dizeleri, yoksulluğu, acılarını, çaresizliğini ama bir o kadar da umudunu dile getiriyordu.
Seyda aynı zamanda Kürt işçi sınıfının dostu ve yoldaşı; onu proletaryanın bir temsilcisi olarak sınıf mücadelesinin verdiği ateşle harmanlıyordu, harlıyordu. Cegerxwîn, yaşamını halkın özgürlük bilincine ve gelişmesine adayandı. Şiirlerinde, devrimin inancını, direnişin kararlılığını aşılayan güçlü bir lirizmle dönemine damga vurmuştur.
Onun dilinde özgürlük, sadece kelimelerle ifade edilen değil, yaşanması, yaşatılması gereken bir hakikatti. Özgürlük arzusunu her mısrada bir yumruk gibi savurması nasıl bir mücadele güttüğünü; her satırda halkının özlemini, öfkesini, umudunu dile nasıl geldiğinin nişanesidir. O, Neruda gibi kendi halkının aynasıdır, ama bir farkla; Cegerxwîn’in aynası, Kürt halkının tarihiyle kırılmış aynadır. O kırık aynada halkının acılarını, sürgünlerini, yaslarını, sevinçlerini ve dirençleri görülür. Bu yüzden Cegerxwîn, Kürt halkı için bir “kanon”dur. Onun şiirleri bir başkaldırıdır, onun dizeleri toprak gibi bereketlidir, kendi içinde sürekli üretendendir. Onun kelimeleri özgürlüğün yeminidir, direnişidir, varoluşudur.