‘Dirmit’in çığlığı zamanla büyüdü’

Efnan Atmaca – Dile kolay bir oyunu tam 476 kere oynamak, yurt içi ve yurt dışında ayak basmadık yer bırakmamak… “Dirmit: Sevgili Arsız Ölüm” son yılların en çok konuşulan oyunlarından. Latife Tekin’in romanından uyarlanan oyunda Nezaket Erden tek kişilik bir oyunculuk resitali sunuyor. Zeki, komik, cesur, merhametli, kendiyle dalga geçmesini bilen; zorluklara ve haksızlıklara karşı mücadeleyi hiç bırakmayan biri Dirmit. Erden sahnede her defasında devleşirken canlandırdığı farklı rollerle de takdir topluyor. Dirmit’le tanışmadıysanız 6 Temmuz’da Moda Sahnesi’nde, 13 Temmuz’da Urla Dam’da, 19 Temmuz’da Denizli Açıkhava Tiyatrosu’nda, 21 Temmuz’da Datça Açıkhava Tiyatrosu’nda, 23 Temmuz’da İzmir Kültürpark Açıkhava Tiyatrosu’nda ve 27 Temmuz’da Ayvalık Amfitiyatro’da sizi bekliyor. Onun öncesinde Dirmit’in bu kadar sevilme nedenini Erden’le konuştuk.

“Dirmit”in bu kadar sevileceğini, izleneceğini düşünmüş müydünüz? Nasıl bu kadar sevildi Dirmit?

“Dirmit”i sahnelemeye karar verdiğimizde tek düşündüğümüz ve kuvvetli bir şekilde sezdiğimiz şey bu hikâyenin bize hissettirdiği direnme ve yaşama gücünü izleyenlere de hissettireceğiydi. Bu yüzden olabildiğince çok insana bu hikâyeyi ulaştırmaktı niyetimiz. Romanı okuma ihtimali olmayanlara özellikle. Oyunun şu anda geldiği noktayı hayal edemezdik, etmedik de. Ama insanların bu hikâye ile nasıl bir bağ kuracağını seziyor ve hayal ediyorduk.

Sosyal medyadan yorumlara cevap yazıyorsunuz. Takip ettiğim kadarıyla herkesle konuşuyorsunuz. Sizi en şaşırtan yorum neydi bu süreçte?

Buna önem veriyorum. Elimden geldiğince cevaplamaya çalışıyorum. Atladıklarım oluyordur elbet. Çünkü bu mesajlar genellikle birer mektuba da dönüşüyor. “Dirmit”i izledikten sonra cesaret edemediği bir şeye adım attığını anlatan mesajlar oluyor bazen, bu beni mutlu ediyor. Bir oyunum böyle bir cesaret verebilmesi ne güzel. Gençlerden oyundan ilham aldıklarına dair çok mesaj geliyor. Bu da beni inanılmaz mutlu ediyor. Daha özel mesajlar alıyorum. Hikâyesini anlatanlar oluyor. Hepsi çok kıymetli. 

“Dirmit”in neredeyse ayak basmadığı şehir kalmadı, yurt dışına da açıldı. Bu yolculuk size ne kattı? 

Gittiğimiz her yerde hikâye farklı bir şekilde tınlıyor. Bu da bize bir sürü şey öğretti. Oyunla ilgili Türkiye ile ilgili bir sürü şeyi anladık, üzerine düşündük, konuştuk. İnsanların hikâyelerini dinledik. Türkiye’yi bir oyun vesilesiyle tanımak nasip oldu bize. Hikâyedeki bazı anların ağırlığını daha da hissettim. Örneğin Diyarbakır’da eylem sahnesinde derin bir sessizlik oldu. Orada anlamı bambaşka. Dirmit’in annesinin ‘kızlığını’ kontrol ettiği sahnede bir seyirci çok kötü oldu, hıçkırıklara boğuldu, ben sahnede o seyircilerin arasında eş zamanlı bir kriz geçiriyorduk. O ânı hiç unutmuyorum. O sahneyi her oynadığımda aklıma geliyor artık. Dirmit’in çığlığı da zamanla büyüdü. Çünkü “Bizim atamadığımız çığlığı attığın için teşekkür ederiz ” diyenler oldu. Seyirci ile birlikte ben de Dirmit de dönüştük, büyüdük. Yurt dışı deneyimlerinde ise şunu keşfettim bu hikâyenin her yerde bir karşılığı var. Tüm dünyada insanlar şiddeti farklı olsa da bir sürü baskı ile mücadele ediyor. Baskılarla mücadele eden bir genç kızın hikâyesini ise hemen kavrayıp hissedebiliyorlar.

Nezaket’ten çıkıp Dirmit olmak zor mu? Yoksa benziyor musunuz birbirinize?

Provalara başladığımızda benzerliklerimiz üzerine de çalıştık ama sonra bana benzemediği yerleri ortaya çıkarınca Dirmit’i bulduk. Dirmit kendine has, benzersiz bir karakter bence. Cesur, kendine acımayan, durmayan biri. Bu özellikleri zaman içinde onu oynadıkça beni de dönüştürmeye başladı. Dirmit olmak oyunun duygusal yükünü kaldırmak açısından zor. Hele ilk zamanlar çok zorlanıyordum. Bedenim tüm o krizi geçirdikten sonra toparlanmakta zorlanıyordu. Artık daha kuvvetliyim, zihnen de bedenen de. Ama duygusal olarak çok yoğun bir oyun.

“’Âşık Shakespeare’i izleyip geldiler”

Tiyatroda bağımsız ve yüksek bütçeli prodüksiyonlar arasındaki tartışma süregidiyor. “Âşık Shakespeare”de rol aldıktan sonra iki tarafı da deneyimlemiş biri olarak nasıl bir katkı sunarsınız bu tartışmalara?

Bu soruya “Âşık Shakespeare”deki deneyimim özelinde yanıt verebilirim. Çok farklı üretim süreçleri ve sonuçları olan iki ayrı yapıdan söz ediyoruz. Ben oyuncu olarak deneyimlediğim için mutluyum. Bu kadar kalabalık bir kadro, danslar, şarkılar böylesi bir prodüksiyonu nasıl deneyimleyebiliriz Türkiye’de? Neden Türkiye’de çok iyi prodüksiyonlar da yapılmasın? O kadar çok insan çalışıyor ki örneğin “Âşık Shakespeare”de. Dansçılar, genç oyuncular, müzisyenler, sahne arkasında çalışan teknik ekip. Böyle olunca bilet fiyatına da yansıyor tabii ki bu. İnsanlar sanıyor ki bu bilet ücretleri o oyunda oynayan ‘ünlü starların’ cebine gidiyor. Bizim oyun özelinde yine bunun böyle olmadığını söyleyebilirim. Bilet fiyatları ne yazık ki yüksek. Çünkü bir oyunun o akşam oynayabilmesinin maliyeti çok yüksek. Bu yüksek fiyatları karşılayamıyor herkes ve oyunlar herkese ulaşamıyor. Bu sorunların çözümünün böyle oyunlar üretilmemesi olduğunu düşünmüyorum. Örneğin beni ilk kez “Âşık Shakespeare”de görüp Ses Tiyatrosu’na, Şişli Tiyatrosu’na, Moda Sahnesi’ne “Dirmit”i izlemeye gelenler oldu. Ben bunu çok önemsiyorum. Bu insanlar başka oyunlara da gidecek elbette ki. Birbirini kötü etkilemek zorunda değil illaki.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir