Almanya basınında geçen hafta: ‘Biz nasıl bir paralel dünyada yaşıyoruz?’

Almanya’da Avrupa Parlamentosu (AP) seçim sonuçlarının yarattığı deprem yavaş yavaş geride kalırken ülke şimdiden eylülde üç doğu eyaletinde yapılacak eyalet meclis seçimlerinin sath-ı mahalline girmiş durumda. AP seçim sonuçları yalnızca faşist Almanya için Alternatif’in (AfD) korkulduğu kadar büyük bir seçmen desteğini arkasına aldığını ortaya koymakla kalmadı, Sol Parti’den ayrılan siyasetçilerin kurduğu Sahra Wagenknecht Birliği’nin (BSW) de sadece altı aylık geçmişe sahip bir parti olarak tahmin edilenin üzerinde bir oy potansiyelinin olduğunu gösterdi. Almanya basınına göre, bu potansiyel sadece AfD ya da federal koalisyon hükümetinin büyük ortağı Sosyal Demokrat Parti’yi (SPD) değil, ana muhalefet Hristiyan Demokrat Birlik (CDU) partisini de tedirgin etmeli.

Almanya kamuoyu, son birkaç yıldır yaptığı gibi yükselen ‘aşırı sağ’ tehlikesini nasıl bertaraf edeceğini tartışadursun, CDU’nun Bavyera merkezli kardeş partisi Hıristiyan Sosyal Birlik’ten (CSU) yükselen “Çalışmayan Ukraynalılar ülkelerine geri gönderilsin” talebi, ülkedeki merkez sağın da ‘AfD’leştiği’ eleştirilerini beraberinde getirdi.

SPD’li Filistinli-Alman siyasetçi Sawsan Chebli’nin de hem Almanya siyasetinin hem de basınının İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarına yaklaşımı konusunda eleştirileri vardı. Chebli, “Sık sık şunu düşünüyorum: Biz Almanya’da aslında nasıl bir paralel dünyada yaşıyoruz? Pek çok şey burada haber olmuyor; çoğu tek taraflı ve çarpıtılmış” dedi.

Federal Meclis’i ‘aşırılıkçılardan koruma’ planlarından Wikileaks’in kurucusu Julian Assange’ın serbest bırakılması karşısında Berlin’in ‘sessizliğine’ geçen hafta Almanya basınına yansıyan haber ve yorumlardan öne çıkan bazıları şöyleydi…

‘WAGENKNECHT’İN BAŞARISI, CDU’YU PARÇALAYABİLİR’

Almanya’da Saksonya ve Thüringen’de 1 Eylül’de, Brandenburg’da ise 22 Eylül’de eyalet meclis seçimleri yapılacak. Bu üç eyalette anketleri AfD önde götürse de BSW’nin de yükselişte olduğu görülüyor. BSW Federal Meclis Dış Politika Sözcüsü Sevim Dağdelen, AP seçimleri sonrasında yaptığı açıklamada, partisinin en çok SPD seçmenlerinden oy aldığını, onu sırasıyla koalisyon ortağı Hür Demokrat Parti (FDP), Sol Parti, AfD ve CDU/CSU’nun izlediğini söylemişti. Gazeteci Mariam Lau da Die Zeit için “Ve geleceğe bakmak” başlığıyla kaleme aldığı yazıda, ‘Sahra Wagenknecht’in başarısının CDU’yu nasıl parçalayabileceğini’ ele aldı. “CDU’nun varoluşsal kararlar almasını gerektirecek doğudaki eyalet seçimlerinden aylar önce şurası açık: Sahra Wagenknecht’in ittifakından korkması gereken, çoğu kişinin sevindiği üzere sadece AfD değil. Sadece SPD de değil. Aynı zamanda CDU da” diyen Lau, MDR’nin anketinin Thüringen’de BSW’nin oy oranını yüzde 21, CDU’nun oy oranını yüzde 23, AfD’nin oy oranını ise yüzde 28 olarak gösterdiğini hatırlatarak CDU lideri Friedrich Merz’in ‘BSW ile ittifakı bir kenara bırakma tuzağına düştüğünü’ yazdı.

Sahra Wagenknecht’in Sol Parti’den ayrılarak, eşi Oscar Lafontaine’in ise daha önce SPD’den ayrılarak bu partilere darbe vurduğu yorumunu yapan gazeteci, şimdi de eski Federal Cumhuriyet’in merkezde geriye kalan son kalesine doğru ilerlediklerini belirterek sözlerini şöyle sürdürdü: “(Wagenknecht) birliği, sadece doğuda değil, Baden-Württemberg ve batıdaki diğer bölgelerde de ilk CDU geçişlerini kaydediyor. (CDU/CSU) birliğinde Friedrich Merz dışında kimsenin bunu görmesi gerekmez miydi?” (24 Haziran)

RAPOR: MECLİSİ ‘ANAYASA DÜŞMANLARINDAN’ NASIL KORUMALI?

Almanya’da ‘aşırı sağ’ tartışması sürerken, Federal Meclis Başkanı Bärbel Bas liderliğindeki federal meclis yönetimi, ‘meclisin anayasa düşmanlarından nasıl korunabileceği’ konusunda uzman görüşüne başvurdu. Anayasa hukukçusu Klaus Gärditz’in hazırladığı, parti gruplarına da gönderilen 132 sayfalık raporda, Federal Meclis’in ‘anayasa düşmanı etki ve eylemlerden’ nasıl daha iyi korunabileceğinin yanı sıra ‘aşırılıkçı vekiller ya da onlar ve gruplarının aşırılıkçı çalışanlarının teşkil ettiği güvenlik riskleri karşısında hangi hukuki olasılıkların mevcut olduğu’ ele alındı. Raporda dile getirilen önerilerden biri, milletvekillerinin yalnızca kapsamlı bir özgeçmiş kontrolünden geçebilmeleri halinde Savunma Komisyonu ve Dışişleri Komisyonu gibi ‘güvenlik açısından hassas kurul ve komisyonlarda’ görev alabilmesini öngörüyor. Hukuk profesörü Gärditz’e göre, bir vekilin bu kontrolden geçememesi halinde partisi bu komisyonlara başka isimleri gönderebilir. Hukukçu ayrıca mecliste çalışan ‘anayasa düşmanı’ isimleri tespit edebilmek için Federal Meclis yönetimine daha fazla yetki verilebileceği, tespit edilen kişilerin ise meclis ya da meclisin bilişim sistemlerine erişiminin kısıtlanabileceği görüşünü dile getirdi. (Der Spiegel, 25 Haziran)

EURO 2024: ‘ALMAN BAYRAĞINDAN NEDEN KORKUYORUM?’

Son haftalarda Almanya’nın gündemindeki bir diğer konu da şüphesiz ülkenin farklı şehirlerinin ev sahipliği yaptığı Euro 2024 futbol şampiyonası. Danimarka’yı 2-0 mağlup ederek çeyrek finale çıkmaya hak kazanan Almanya A Milli Erkek Futbol Takımı’nın başarısı, pek çok ülkede olduğu gibi ellerde taşınan, evlere asılan bayraklarla kutlanıyor. Fakat Almanya’daki futbol gündemi de AfD tartışmasından azade değil. Suriyeli Hussam Al Zaher, Die Tageszeitung (taz) için kaleme aldığı “Evlerin cephelerindeki Alman bayrakları: Korkum ve kökeni” başlıklı yazısında, “Evlere asılan Alman bayrakları beni korkutuyor. Bunun nedeni, AfD ve AP seçim sonuçları” diye yazdı. Hamburg’da yaşayan Almanya vatandaşı Al Zaher, kentin sokaklarında yürüyerek işe giderken evlerin cephelerinde gördüğü Almanya bayrakları karşısında “Acaba burada sağcı biri mi oturuyor?” endişesiyle korkuya kapıldığını, ardından Euro 2024’ü hatırladığını anlatarak verdiği ilk tepkinin neden korku olduğunu sorguladı. AfD’ye Hamburg’da da azımsanamayacak bir seçmen desteği olduğuna dikkat çeken Al Zaher, göçmen karşıtı görüşlerle Almanya bayrağını bir şekilde birbiriyle ilişkilendirdiğini ancak bunun sebebinin ne olduğunu tam olarak bilmediğini belirterek, “Bana sık sık, göçmen geçmişi olmayanlar da dahil pek çok Alman’ın, Alman bayrağını sergilemeyi utanç verici, nahoş, hatta aşırı sağcı bulduğu söylendi. Çoğu kişi için bunun Alman tarihi ve milliyetçiliğinin nereye varabileceği ile ilgisi var” diye yazdı. Al Zaher, yazısını şu sözlerle noktaladı: “Haftasonu içeride Alman bayrağının asılı olduğu bir nargile kafedeydim. Belki de milli bayrağı başka bir gözle görmenin zamanı gelmiştir. Avrupa Şampiyonası bile bana bu konuda yardımcı olabilir.” (24 Haziran)

‘SEÇMEN, UCUZ KOPYASI YERİNE ASLINA, YANİ AFD’YE OY VERİR’

Rusya-Ukrayna savaşı başladığında, savaştan kaçan Ukraynalıların sığındığı ülkelerden biri de Almanya olmuştu. Bundan 2 yılı aşkın süre sonra CSU Bavyera eyalet meclis grup başkanı Alexander Dobrindt’in yaptığı ‘istihdama katılmayan Ukraynalılar ülkelerine geri gönderilsin’ yönündeki açıklama tartışmalara neden oldu. Focus dergisinden Sebastian Scheffel, bu sözlere ilişkin, “Dobrindt, bu talebiyle hukuki açıdan ince bir buzun üzerinde yürüyor. İstenilen etkiyi elde etmeden yetkilileri bunaltmak da mümkün olacaktır” diye yazdı. Dobrindt’in çoğu Ukraynalının istemediği için çalışmadığı düşüncesinden yola çıktığını kaydeden Scheffel, Almanya’ya gelen sığınmacılar arasında çocuklarına tek başına bakmak durumunda olan çok sayıda kadın olduğuna, Ukraynalılar arasında çocuklar ve emeklilerin yanı sıra fiziksel ya da psikolojik olarak çalışamayacak durumda olan kişiler bulunduğuna, kreşlerde yer bulunamaması veya bürokrasi gibi etmenlerin de işleri kolaylaştırmadığına işaret etti. (24 Haziran) Neues Deutschland (nd.Aktuell) gazetesinden Christian Klemm’e göre ise CSU’lu siyasetçinin sözleri fazlasıyla tanıdıktı: “Adamın şimdiden eylülde Saksonya, Thüringen ve Brandenburg’da yapılacak eyalet meclis seçimlerini sabırsızlıkla beklediği belli. Ama şu gerçek (Bavyera geleneksel kıyafetlerinden) Lederhosen giyen ajitatöre henüz ulaşmamış gibi: Seçmenler ucuz kopyası yerine aslına oy verir, yani AfD’ye.” (24 Haziran)

‘JULIAN ASSANGE ÖZGÜR, BERLİN SESSİZ’

ABD’nin Irak ve Afganistan’daki savaş suçlarını da ifşa eden binlerce gizli belgeyi yayınlayan Wikileaks’in kurucusu Julian Assange, Ekvador’un Londra Büyükelçiliği’nde 7, İngiltere’de bir hapishanede geçirdiği 5 yılın ardından, ABD ile anlaşma yaparak kendisine yöneltilen 28 suçlamadan birini kabul etti ve 26 Haziran’da görülen duruşmada resmen serbest bırakıldı. Almanya basınına göre, bu önemli gelişme karşısında Berlin yönetiminin sessizliği dikkat çekiciydi. Gazeteci Dick Eckert, konuya ilişkin değerlendirmesinde, Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock’un Kudüs’ü ziyareti sırasında bir gazetecinin sorusu üzerine konu hakkında konuştuğuna işaret ederek, “Dışişleri Bakanı Baerbock, Assange vakasının bir çözüme ulaşmasından mutlu. Ancak federal hükümetin büyük bir kısmı bu tahliye karşısında sessiz kaldı” diye yazdı. Buna göre, Başbakan Olaf Scholz, konuyla ilgili sosyal medya hesabından bir açıklama yapmazken, bunun iki istisnası SPD’li Federal Dışişleri Komisyonu Başkanı Michael Roth ve Yeşiller Partili Kültürden Sorumlu Devlet Bakanı Claudia Roth oldu. Michael Roth, Assange’ın ‘sonunda özgür kalmasının iyi olduğunu’ söylerken, Claudia Roth, “Bugün basın özgürlüğü için güzel bir gün” dedi. (taz, 26 Haziran)

‘HAKLAR KONUSUNDA SESİNİ ÇIKARANLAR GAZZE KONUSUNDA SESSİZ’

Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü’nün (SIPRI) verilerine göre, Ekim 2023’ten bu yana Gazze’ye saldırılarını sürdüren İsrail’e, ABD’den sonra en fazla silah ihracatı yapan ülke Almanya. Gazze Şeridi’nde ve Batı Şeria gibi işgal altındaki Filistin topraklarında yaşananların Almanya kamuoyu ve ana akım medyasına yeterince yansıdığını söylemek de güç. Filistinli-Almanyalı yazar ve SPD’li eski Berlin eyalet senatörlerinden Sawsan Chebli, taz’dan Daniel Bax’a verdiği röportajda, “Bu, insana sanki bir kabustaymış gibi hissettiriyor; yüz binlerce Filistinli, Arap ve Müslümanın hissettiği gibi hissediyorum. Ölmüş, sakat bırakılmış çocukların görüntüleriyle uyanıyor, onların görüntüleriyle yatıyoruz. Alman kamuoyunda ise neredeyse hiç empati ve dayanışma görmüyoruz; bunun yerine dışlanma, güvensizlik ve gittikçe artan saf bir nefretle karşı karşıya kalıyoruz. Söz konusu insan hakları ve temel hakların savunulması olduğunda çoğu zaman sesini yükselten bu kadar çok kişinin konu Gazze’ye geldiğinde sessiz kaldığını görmek acı verici” diye konuştu.

‘NEFRET MESAJLARI FİLİSTİNLİ KİMLİĞİME YÖNELİYOR’

Anne ve babası 1948’deki Nekbe sonrası önce Lübnan’a gelen, ardından Almanya’ya sığınan Chebli, “Almanya’daki tartışma hakkında ne düşünüyorsunuz?” sorusunu ise şöyle yanıtladı: “Sık sık şunu düşünüyorum: Biz Almanya’da aslında nasıl bir paralel dünyada yaşıyoruz? Pek çok şey burada haber olmuyor; çoğu tek taraflı ve çarpıtılmış. Elbette sosyal medyayı da takip ediyorum. Gazze’deki pek çok Filistinlinin yanı sıra geniş erişime sahip uluslararası aktörler, Gazze ve Batı Şeria’daki durum hakkında bilgi vermek için sosyal medyayı kullanıyor.”

7 Ekim’den sonra Filistinlilere yönelik nefretin yeni bir boyut kazandığını belirten Chebli, kendisine yönelik tehditleri ve bu nefretle nasıl başa çıktığını şöyle anlattı: “Nefret mesajları, benim de Filistinli kimliğime yöneliyor. Şiddetle tehdit ediliyorum – İsrail ordusunun Gazze’deki insanlara yaptıklarını ve çok daha fazlasını bana da yapmak istiyorlar. Böyle bir vahşet daha önce hiç yaşanmamıştı… Ben bu nefretin bana çok fazla ulaşmasına izin vermemeyi öğrendim. Amaçları çok belli: Beni susturmak istiyorlar. Bu, nefret içerikli, tehdit edici e-postaların her zaman benden geri sektiği anlamına mı geliyor? Hayır, bazı günler beni diğerlerinden daha çok etkiliyor. Beni en çok etkileyen, bir Filistinli olarak bana yönelik nefret ve kışkırtma… Çünkü bu, Filistinlilerin hayatının bu ülkede daha az değerli olduğu hissini pekiştiriyor. Nefret de daha çok tolere ve kabul ediliyor.” (29 Haziran)

(DIŞ HABERLER SERVİSİ)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir